UYKU NEDEN BOZULUR ?
Öğlen yarım saat süreyle(11:00-13.30 arasında) ve gece 23:00 - 05:30 arası ( 1 saatlik kayma olabilir) uyuyor olmalıyız ve akşama yakın vakitte uyumamalıyız.4. Asla tok uyumamalıyız. Yemeğimizi uykudan en az 2.5- 3 saat önce yemeliyiz.5. Uyku öncesinde vücut adalelerimizi gevşetmeliyiz.6. Bizi rahatsız edecek gürültülü, kötü kokulu, çok yumuşak veya tümseklizeminde uyumamalıyız. Uyku Gizli Güçtür. Uykunun kalitesi daima uyunan süreden daha önemlidir. Pek çok kişi uzun süre yatakta kalıp, kendisi ile şu veya bu şekilde oyunlar oynayarak, kendini ikna etmeye çalışarak süreyi uzatmaya çalışır. Bu tür uykular hem vücudu dinlendirmez, hem de müthiş bir pişmanlık uyandırır sonrasında. Beyinsel bir ağırlıkla, uyku sersemi, kararsız ve isteksiz kalkılır yataktan. Büyük bir suçluluk duygusuyla. Çünkü normal normlarda gün başlamıştır dünyada. İlahi bir güçle programlanmış gibi kalkmış, şevkle işine gücüne başlamış, konusunda yol almıştır tüm insanlar. Ve biz türlü kandırmacalarla yatakta oyalanmış, herkesten geri kalmış gibi hissederiz kendimizi. İtiraf etmesek de, bilinçaltımız rahatsızdır bu büyük ayıptan. Ağzımızda ve beynimizde bu burukluk, güne rengini verir. Dinler de uyku konusunda çeşitli disiplinler getirmiştir. Müslümanların yatış ve kalkışları güneşin hareketine bağlanmış, uyku öncesi ve sonrasıbeden ve ruh eğitimi çok incelikle belirtilmiştir. Prof. Dr. Ahmet Akgündüzdinlediğim bir sohbetinde başarısının bir sırrının da "uyuyorken güneşinüzerine doğmaması" olarak belirtiyor ve sabah güneş doğmadan kalkmanın ona getirdiği nimetleri anlatıyordu. Hıristiyanlarda da değişik biçimlerde bu tür ibadetler söz konusudur. Ancak herkesin kaliteli uykuya ulaşmak için kendine özgü bir yöntem bulması zorunludur güzel rüyalar için. Uyku iyi çözümlerin dinamosudur. Ve genel başarımızın da temel taşı. Şöyle bir düşünelim. İyi uyuyamamışsak aldığımız kararların doğruluğundan ne kadar emin olabilir ve çalışmalarımızdan nasıl verim bekleyebiliriz? Yorgunken kitap okuma , dost sohbetindeki başarımızın derecesi nedir? Yediğimiz içtiğimizden ne zevki alabiliriz? Uyku, hayatımızda her şeyin düzene konulduğu, tamir ve tedavi edildiği son derece önemli bir süreç olarak yaratılmıştır. Bir kaç hafta uykusuz kalmanın ölüme neden olduğu hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle ispat edilmiştir. Daha da ötesi insanın yetersiz uykusu ile zihinsel güç kaybı arasında yakın bir ilişki olduğu, uykusuz kalan insanların zihinsel çalışmalarının tamamen durduğu ve düşüncelerini hiçbir şeyin üzerinde yoğunlaştıramadıkları ispat edilmiştir. 48 saat uykusuz bırakılan yüksek öğrenimli kişilerin, ilkokul çocuklarına öğretilen matematik işlemleri yapamadıkları görülmüştür.(Hürriyet 26.5.1193) A.B.D.'de 1993 yılında yapılan bir araştırma sadece düzensiz uykunun A.B.D. ekonomisine 1993 yılı kurlarıyla verdiği zarar 360 trilyon liradır.(Bozdağ,1996,40) Günde 8 veya 10 saat uyuyor olabilirsiniz. Ancak yine de bu uykunuz hiçbir işe yaramıyor olabilir. Çoğumuzun sandığının aksine uykusuzluğunhayatımızdaki engelleyiciliği tahmin ettiğimizden de büyüktür. Oysa çoğuzaman rahatsızlıklarımızın uykusuzluktan kaynaklandığını bilemeyiz bile. Uyku beynin dinlenme vakti sanılmamalıdır. Tersine uyku beynin vücudun dinlenme ve tamir işiyle meşgul olduğu vakittir. Beynin elektriksel yapısı üzerinde yapılan araştırmalar zihnimizin uyku esnasında en az uyanık dönemde olduğu kadar yoğun çalıştığını göstermiştir. Aradaki tek fark gece ve gündüz yapılan işlerin farklı olmasıdır. UYKU ÜZERİNDEKİ TESPİTLER: 1.REM ve NREM uykusu: İnsan her uyku seansında iki ayrı uyku türünüpaylaşımlı olarak ve ihtiyaca göre uyur. Uykumuz ya derindir ya da hafifolarak yüzeyde seyreder. Derin uyku NREM olarak adlandırılmıştır. Bu donemde cisimsel beden üzerindeki hücre tamirlerinin düzenlenmesiyle ilgilenir. DÜZENLİ VE VÜCUDA YARARLI UYUMAK İÇİN İZLENECEK BASAMAKLAR Başarıya ulaşmak için izlenecek yolların aşılması için ve kalıcı olabilmesinin temel şartlarından birisi, insanın iyi uyumuş, dinlenmiş ve zinde bir şekilde uyanmasıdır. Bu anlamda uyku çok büyük önem kazanır.Uykudaki aksaklıklar dalga dalga tüm benliğimize ve çevremize yayılır. Önce uykumuzun nasıl olması gerektiğine karar vermeliyiz. Burada tespit etmemiz gereken nasıl yatmalı, ne kadar uyumalı ve uykudaki temel yöntemin ne olacağı sorularının cevaplarıdır. Ayrıca bedende her gün normal olarak 10 milyar hücre ölümü gerçekleşir. Bedeni bir milyon katlı bir gökdelen olarak düşünelim. Her gün on binlerce tuğlası birlikte çürüyüp düşmekte, gökdelenin çökmemesi için yerlerine yenilerinin yerleştirilmesi gerekmektedir. Ancak böyle bir çalışmanın sağlıklı gerçekleşmesi sıfır hatalı bir haberleşme ve analiz sistemini gerektirir. İşte beynimiz NREM adı verilen derin uyku esnasında vücudun maddi tamirinin gerçekleşmesi görevini yüklenir. Çok yorulduğumuzda aşırı enerji tüketimi, hatta oksijen eksik olduğunda hücreler yakılarak enerji üretilmesi gibi nedenlerle hücre ölümü daha çoktur. Bu durumda derin uykuyu daha fazla uyuruz. Bu süreci şüphesiz biz kurmadık ve biz yürütmüyoruz. Ancak yaptığımız bazı hatalar bu süreci aksatmaktadır. Eğer NREM uykusunu yeterince uyuyamazsak vücudumuz erken çöker, çöküşü cildimizdeki pörsümeden okuyabiliriz. Ayrıca ardı arkası kesilmeyen hastalıklar da savunma sisteminin tahrip olmasından kaynaklanır. Bu sistem ise uykusuzluktan oldukça fazla etkilenir. Yaşadığımız ikinci ve hafif uyku ise REM olarak adlandırılır. Rüya gördüğümüz uyku bu uykudur. Gün boyu yaşadığımız çatışma ve tepkimelerin diğer boyutu duygu, düşünce ve hayallerimizle ilişkilidir. Sevinçlerimiz, öfkelerimiz, nefretlerimiz, heyecanlarımız birer içsel algı olarak gün boyu yaşanır. Duygu hayal ve düşünceler cisimsel algı girişleri vasıtasıyla alınmazlar, içte yaşanırlar. Ancak hissettiğimiz her bir duygu anında kanımıza bu duyguyu temsil eden hormon enjekte edilir. Duygularımız tamir olmadığında bu defa psikolojik bozukluklarla karşılaşırız. Herhangi bir duyguda aşırıya kaçtığımızda yorgun olduğumuzu hissederiz. Mutlaka bir çok defa aşırı bir üzüntünün ıstırabından kurtulabilmek için uyumuşsunuzdur. Uyandığınızda ise uyumadan önceki durumunuza çok daha rahat olduğunuzu tespit etmişsinizdir. Eğer REM uykusunu uyuyamamış olsaydık sadece duygularımızın biriken yükü kısa sürede bizi depresyona sokar zihinsel veduygusal kimliğimizi tamamen kaybederdik. 2. Doğal uyku dönemleri: Uyku üzerinde yapılan bir diğer tespit insanların biyolojik ritmiyle ilişkilidir. İnsanların iki ayrı uyku dalgasına göre programlandığı tespit edilmiştir. Rodenburg Üniversitesinden Prof. Jurgen Zulley'in araştırmalarına göre bu iki dalgadan biri öğle arasında 10-30 dakikalık bir süre içerir. Öğle vakti ve öğle yemeği öncesi uyunacak bu uyku, uykusuzluğun en önemli çözümlerinden biri olarak görülüyor. Diğeri gece 12.00-04.00 arası uyanacak uykudur. Bu iki vakti düzenli olarak uykuda geçiren kişiler uykusuzluk sorununu aşacaktır.(Sabah 23.11.1993) Görüldüğü gibi uykusuzluk sorunu az uyumaktan değil vaktinde uyumamaktan, hatta gereğinden fazla uyumaktan kaynaklanmaktadır. Günümüzde çoğu üst düzey devlet adamları öyle uykusunu mutlaka uyumaktadır. ABD Başkanı Bill Clinton çalışma odasında ergonomik koltuğunu geriye yaslamakta ve üzerine bir battaniye alarak uyumaktadır. Uzak Doğunun süratle kalkınan dev şirketlerinde çalışan işçiler sistemli olarak öğle uykusu arası vermekte ve böylece iş veriminin zirvesine çıkmaktadırlar. İlginç ve çarpıcı olan bir gerçek Peygamberimizin(asm) öğle uykusunu çok faydalı bir uyku olarak ümmetine 14 asır önce tavsiye etmesidir. Bediuzzaman'da öğleyin uyunacak 30 dakikalık uykunun sair vakitlerde uyunacak iki saat uykudan faydalı olduğunu söylemiştir.(28. Lem'a) 3. Erken kalkma faktörü: Uykunun sağlıklı olabilmesi ve yeterince dinlenilebilmesi için mutlaka sabah erkenden kalkılmalıdır. Araştırmalar sabah uyandıktan sonra tekrar uyuma yoluyla gece boyu yapılan tamiratın tekrar tahrip edildiğini göstermiştir. En büyük hatamız uyku dalgası geldiğinde uyanık olmamız, uyanıklı dalgası geldiğinde uyuyor olmamızdır. Çünkü biz ne yaparsa yapalım beyin sadece yaratıcı tarafından programlandığı dalgaya göre çalışır. Güneşin ilk ışıklarını alan vücut melatonin hormonu algılar ve bu hormon biyolojik saatimizi belirler. Biyolojik saatimiz kendi kurallarına göre çalışır. Sabah uyandıktan sonra tekrar uyuma isteği alışkanlıktan ve tembellikten kaynaklanır. Bu alışkanlığı yenen kişi en fazla 10 gün içinde büyük bir dinçlik gözlemleyecektir. Bunu kendi hayatınızda hemen deneyebilirsiniz. Bu gece saat 11.00'de uyuyunuz ve sabah 5.30'da kalkarak bütün uyuma isteğinize direnerek çeşitli meşguliyetler bularak bir daha uyumayınız. Alışkanlık nedeniyle en fazla bir kaç saat kendinizi yorgun hissedeceksiniz. Ancak ardından geç saatlere kadar kendinizi oldukça dinç ve güçlü hissedeceksiniz. Ertesi gün aynı saatte uyuyunuz. Uyanma isteğinize rağmen saat 10.00'da yatağınızdan kalkınız. Bu defa akşama kadar kendinizi hafif sarhoş gibi hissedeceksiniz. Zihninizi toplamak güçleşecek, maddi gücünüz bile azalacak hatta başınız bile akşama doğru ağrıyabilecektir. Kuşlar gibi erken kalkan hayvanlardaki dinçliğe, canlılığa dikkat ediniz.Daha güneş doğmadan uyanırlar ve cıvıldaşmaya başlarlar. Evinizde kedibesliyorsanız çok erken uyanıp miyavlamaya başladığını göreceksiniz. İnsan da erken uyanmaya programlanmıştır. Çocuk yetiştirmişseniz küçük çocukların erken uyuduklarını, gece uyanarak tekrar uyuduklarını ancak sabah mutlaka çok erkenden uyandıklarını görürsünüz. Bebeklerin yetişkinlere göre daha fazla uyumaları vücutlarında hücre yaratılmasının çok hızlı olmasından ve sürekli artış göstermesindendir. Geç uyanmanın zihin ve bedenimizde tahribata neden olduğu bilimselaraştırmalarla kesin olarak tespit edilmiştir. Sevgili Peygamber de (asm)günün erken vaktindeki uykunun aklı azalttığını, insanı tembelleştirdiğini,rızkta bereketsizliğe neden olduğunu söylemektedir. 4. Uykuyu etkileyen dış faktörler: Uyku esnasında göz dışındaki algıgirişleri açıktır. Aşağıdaki yazılı 6 maddede toplanmış tavsiyeleri uygulayın, göreceksiniz sabahları dinlenmiş olarakkalkacaksınız. Yeni günü yeni heyecanla karşılayın. Bu maddelerin tamamını yerine getirin ve 1 ay boyunca bunu uygularsanız eminim ki bir daha; bu tavsiyenin dışına çıkmayacaksınız. Tavsiyeler :1. Uyku saatlerimizi değiştirmeden günde 6-7 saatten fazla uyumamalıyız.2. Sabah erken kalkmalı ve öğlen vaktine kadar bir daha uyumamalıyız.3.Gün boyunca alkol, sigara, kirli hava gibi etkiler, aşırı yorulma, yaralanma, enfeksiyon gibi nedenler hücre ölümlerine yol açar. Uyurken bütün adalelerimize "gevşe, rahat ol, boşluğa düşmüş gibi kendini bırak" emrini vermeliyiz. Bu emri bir süre devamlı verdiğimizde uyku anında alt şuurumuz bu emirleri bilinçli olarak almasa bile otomatik olarak uygulamaya koyar ve her defasında gevşemiş olarak uyuruz. Aksi taktirde edineceğimiz gergin uyuma alışkanlığı, beynimizin uyku boyunca kaslarımıza sürekli gerilme emri göndermesine yol açacaktır. Bu durum hem kasları sürekli çalıştırarak yoracak, tahrip edecektir; hem de beyni meşgul ederek yoracaktır.Uyuyan kişi çevresindeki sesleri duyar, teni dokunmalarıhisseder, burnu kokuyu alır. Bu gerçek telkin ve beyin yıkamada çok önemli bir vasıta olarak görünüyor. Bir çok ciddi psikolojik hastalık uyuyankişinin kulağına yapılan düzenli telkinlerle tedavi edilebilmektedir. Dolaysıyla uyuduğumuz mekan bizim için son derece önemlidir. Sokakgürültüleri duyulan bir ortamda uyuyorsak, evimizde bulunan televizyon veya bilgisayar gibi cihazların oluşturduğu radyasyona muhatap oluyorsak, zihnimiz sadece bedenimizin içindeki dünya ile baş başa kalamaz. Dışarıdan alınan mesajları da işlemek, hem de tam teslimiyetle işlemek zorunda kalır. Uyku esnasında bilinçsizce yatağımızda döneriz. Bu gerçek, beynimizin dokunmayı hissedebilmesinden ve damar daralmaları varsa dönmek suretiyle bunu yok edebilme isteğinden kaynaklanır. Uyurken anlımızda bir sinek dolaşsa farkında olmadan onu kovarız. Bütün bu gerçekler uyuma ortamımızda dışardan gelen her türlü uyarıcınınzihnimizi meşgul ettiğini göstermektedir. Yattığımız ortam orta-sert olmalı,ortam temiz kokulu ve gürültüsüz düzenlenmelidir. 5. Gergin uyuma tehlikesi: Yeterince uyuduğumuz halde hala ısrarladinlenemememizin bir nedeni zihnimizi çeşitli sorunlarla baş başabırakmamızdır. Bu sorunlardan biri gergin uyumamız, diğeri tok halde ikenuyumamızdır. Her iki durumda karabasanlar ve kötü rüyalar görmemizmümkündür. Bazı kişiler uykuya yattığında kaslarını, omuzlarını, dizlerini iyice gererler. uyku mekanizması vücudu gevşetmeye çalışır. Bazen tam gevşerken insan ani boşluğa düşer gibi irkilebilir. Bunu bir defa yaşamışsanız derhal kendinizi kontrol etmelisiniz.
[More]
SİSTİK NEDİR ?
Bazı ender durumlarda tedaviye dirençli bakteriler söz konusu olabilir ki, böyle durumlarda kültür antibiogram isteyerek, bunun sonucuna göre ilaç öneririz.Yakınmalar ve hastalığın ortaya çıkış öyküsü, sistit tanısının kolayca konulmasını sağlar. Nadir durumlarda, sistit görünümü veren başka hastalıklardan kuşku duyarsak, daha ileri tetkikler isteriz. Sistit belirtileri *İdrar yaparken yanma, sızlama*Sık idrara çıkma*Kasık ağrıları Kimler risk altındadır ? *Uygun temizlik yapmayanlar*İdrar sondası taşıyanlar*Şeker hastaları*Hamileler*Menapoza girenler*Yaşlılar*Felçliler Nasıl korunalım? *Tuvaletten sonra önden arkaya silinin*İdrarınızı tutmayın*Cinsel ilişkiden sonra idrarınızı yapın*İç çamaşırınızı her gün değiştirin*Naylon ve sıkı iç çamaşırı kullanmayın*Bol su içinBazı ender durumlarda tedaviye dirençli bakteriler söz konusu olabilir ki, böyle durumlarda kültür antibiogram isteyerek, bunun sonucuna göre ilaç öneririz.Yakınmalar ve hastalığın ortaya çıkış öyküsü, sistit tanısının kolayca konulmasını sağlar. Nadir durumlarda, sistit görünümü veren başka hastalıklardan kuşku duyarsak, daha ileri tetkikler isteriz. Sistit belirtileri *İdrar yaparken yanma, sızlama*Sık idrara çıkma*Kasık ağrıları Kimler risk altındadır ? *Uygun temizlik yapmayanlar*İdrar sondası taşıyanlar*Şeker hastaları*Hamileler*Menapoza girenler*Yaşlılar*Felçliler Nasıl korunalım? *Tuvaletten sonra önden arkaya silinin*İdrarınızı tutmayın*Cinsel ilişkiden sonra idrarınızı yapın*İç çamaşırınızı her gün değiştirin*Naylon ve sıkı iç çamaşırı kullanmayın*Bol su içinBir bakterinin hastalığa neden oluşuna dair izleri sürmek de buna benzer. Hastalık yapamayacak sayıda (nicelik) bir bakteri topluluğu masum şaklabanlıklar sergilerken, belli bir sayıya ulaştığında tüm masumiyetini bir kenara iterek canavar kesilir. Sistit adını verdiğimiz hastalığa neden olan E.Koli adlı bakteri grubu, işte aynen böyle davranır. Sayıca çoğalma fırsatını yakaladığı anda, idrar kesemize saldırarak hastalığa neden olur, yani nicelik niteliğe dönüşür. “Sık idrara çıkıyorum. İdrar yaparken yanma, sızlama oluyor. Öyle ki bazen dayanamayacağımı zannediyorum.”“İdrarımı yaparken yanma neyse, ama bir de şu kasıklarıma vuran ağrılar olmasa… bu beni çok tedirgin ediyor.”“İdrarım kötü kokuyor! Son birkaç haftadan beri kendimi halsiz ve yorgun hissediyorum. Arada sırada ateşim de yükseliyor.”Mesane ya da idrar kesesi iltihabı olarak bildiğimiz ve tıp edebiyatında sistit olarak adlandırılan hastalığa dair başlıca yakınmalardır bunlar. En sık dile getirilen yakınma, idrar yaparken yanma ve sızlama duygusudur. Ateş nadiren görülür. Ateşin varlığı, daha dikkatli olmayı gerektirir. Çünkü sistit ile birlikte bir böbrek ya da yumurtalık enfeksiyonu da söz konusu olabilir.Cinsel birleşme esnasında ağrı söz konusu olabilir. İlerlemiş ve tedavi edilmemiş durumlarda halsizlik, yorgunluk gibi uzamış enfeksiyon hastalıklarına özgün yakınmalar dile gelebilir. Biz sistiti “basit enfeksiyon hastalığı” olarak da tanımlarız. Basitlikten kasıt, bakterilerden başka hiçbir nedene bağlı olmadan ortaya çıkmasıdır.Ancak, bu tanım erkeklerde görülen sistitleri kapsamaz. Neticede sistit; “kadınlarda sık ama basit, erkeklerde seyrek ama ciddi bir hastalıktır” diyebiliriz.Bedenimizin en hassas bölgelerinden biri de apış arası olarak bildiğimiz bölgedir. Normal koşullarda vücudumuzun her tarafında mevcut olan bakteriler, burada da mevcuttur. Hatta daha sık olarak. Bu bakteriler, arada sırada ayaklanarak mesaneye geçseler de idrar yoluyla dışarı atılırlar. Böylelikle idrar kesemizde barınamazlar. Kıssadan hisse: idrar tutma alışkanlığının ne kadar zararlı olduğunu unutmayınız, böyle bir alışkanlık varsa hemen terk ediniz! Ancak, mesaneye ulaşan bakteriler idrar ile atılamaz ve sayıca hastalık yapabilecek bir düzeye ulaşırlarsa, sistite neden olurlar.Cinsel ilişkinde tedbirli ol!İdrar tutma alışkanlığı’nın yanı sıra apış arası temizliğinin yeterince yapılmayışı, cinsel ilişki ve menapoz, diğer sistit nedenleridir. Cinsel aktivite, söz konusu bakterilerin idrar kesesine taşınmasını kolaylaştırır. Bu nedenle hastalık, cinsel aktif kadınlarda daha sıktır. Benzer şekilde “Balayı Sisiti” de zifaf gecesinin bir bedeli olabilir. Cinsel ilişkiden hemen sonra idrarınızı yapınız! Böyle bir alışkanlık, sizi sistite karşı büyük ölçüde koruyacaktır.Sistit, kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir. Yaşamlarının herhangi bir döneminde her beş kadından biri, en az bir kez sistit olmaktadır. Erkeklerde daha az görülmesi, üreme organlarının anatomik yapısından ötürüdür. Bir başka deyişle, kadınlarda idrar kanalı, erkeklerden daha kısa olduğu için, kadınlarda daha sık görülür. Böylece bakteriler, idrar kesesine daha kısa bir sürede ulaşma şanslarını kullanırlar.Sistite neden olan bakterinin adı E.Koli’dir. Normal koşullarda barsaklarımızda hiçbir hastalığa neden olmadan var oluşlarını devam ettirirler.Erkeklerde görülen sistit, kadınlar için bahsettiğimiz bulaşma yolunu izlemez. Çok kez neden, büyüyen bir prostat’ın mesaneye yaptığı baskıdır. Bu büyüme prostata ait bir iltihap ya da başka nedenler olabilir. İşte bu nedenle basit bir enfeksiyon olarak tanımlanamaz, önem verilir. Erkeklerde her sistit, ileri tetkik gerektirir.Sistit, akut yani ani ve yeni başlamış bir hastalık görüntüsü verir. Eğer üzerine gidilmez ve tedavi edilmez ise kronik yani uzun süren bir hastalığa dönüşebilir. Bu nedenle tedavisine hemen başlanmalıdır. Eğer tedavi edilmezse bu iltihap, daha yukarılara, böbreklerimize kadar yayılabilir ve son derece ciddi böbrek iltihaplanmalarına neden olabilir.Uygun bir antibiyotik ile 24 saat içinde hastalığı kontrol altına almak mümkündür.
[More]
KULAK ÇINLAMASI VE NEDENİ
Gerçek o ki, bu bir yerde, sorun saklamak ya da sorundan saklanmak için maske takmak gibi bir şey ama… Olsun artık! Maske, yakışmasa ve gizlemiş olsa da gerçekleri; yarattığı gizem, ihtiyaca gerek motivasyonlarımızdan sadece biridir. Sırlara vakıf olmanın hazzı ile bazen mütebessim bir ifade ile yetinmek, bazen de tül perde arkasında rol kesmek türünden. Kulaklar duvar, yüreklerin kulakları sağır, hava kurşun gibi ağır olsa da: gerçeğin sesi, ta kendi içimizdedir. Bu, çınlayan kulaklarımızı, kendimizden başka hiç kimsenin duyamayacağı ve anlayamayacağı kadar bize ait olan gerçektir..Kulak çınlaması, çoğumuzun başından geçmiştir ya da çevremiz tarafından değişik duygular ile dile getirilmiştir. Hem kendimiz hem dostlarımız için netice: Yanan bilir yanmayı!Yüksek sesten kaçın!Yüksek ses ya da aşırı gürültü, kulak çınlaması nedenleri arasında ilk sırada yer alır. 100 desibel üzerinde bir ses, akustik travma adını verdiğimiz duruma neden olur. Bunlar için sosyal temizlik gerekir.Basit bir kulak kiri, çınlama nedeni olabilir. KBB uzmanı tarafından yapılacak kolay bir müdahale ile bu sorun ortadan kaldırılır. Kulak yollarında bir iltihap, kulak zarında delinme, orta kulak kemiklerinde kireçlenme, tümör gibi yer kaplayan bazı oluşumlar çınlama nedeni olabilir. Tüm bu sorunlar da KBB uzmanı tarafından teşhis ve tedavi edilir. Bu durum, kulağımızda çınlama ile birlikte işitme kaybına yani sağırlığa da neden olabilir. İşte bu yüzden stereo kulaklıkla müzik dinlemek, televizyon ya da radyonun sesini sonuna kadar açmak, eğlence yerlerinde gürültülü müziğe maruz kalmak, son derece risklidir. Diğer yandan trafik uğultusu, korna sesi ve zamansız öten horoz misali çığıran oto alarmları, kulaklarımıza musallat başlıca ses kirlilikleridir.Ancak bunların dışında çok yüksek ya da kontrolsüz bir tansiyon veya beyin içinde yer kaplayan bir oluşum, kulak çınlamasına neden olabilir.Kimi zaman “su sesi”, “rüzgar sesi”, kimi zaman da “makine sesi” olarak. Bir türlü bu dertten yakasını kurtaramayanlar ise o’nu kabus olarak tanımlar.Yetişkin her 5 kişiden biri, kulak çınlamasından yakınmaktadır. Bu, son derce önemli bir rakamdır. Tıp edebiyatında biz bu çınlamayı, Tinnitus olarak ifade etmekteyiz. İdrak ettiğimiz bu çınlama, dış ortamdan değil, kafamızın içinden gelmektedir. Özellikle gece uykularımızı bozarak, ertesi günün soysal yaşamına olumsuz katkıda bulunur. Bizi yorgun, sinirli ve kavgacı bir havaya sokabilir. Bu tür olumsuz etkisi, kan yoğunluğunu arttırması ve oluşturduğu damar sertliği nedeniyledir. Kolesterol yüksekliği ile birlikte ya da tek başına bir şeker hastalığı, tiroid hormonlarının fazla salgılandığı hastalıklar, vurgulamak istediğim çınlama nedenleridir. Kansızlık, ilaçlara bağlı yan etkiler ve alerjiler, ilaç dışı alerjiler, psikolojik sorunlar, kulak çınlaması adına sıralayabileceğim diğer hastalıklardır. Psikolojik kökenli olan kulak çınlamalarının, sıklıkla yorgunluk hallerinde dile getirildiğini gözlemlemekteyiz. Nedenleri*Kulak hastalıkları*Yüksek ya da düşük tansiyon*Damar sertliği*Kansızlık*İlaçlar*Psikolojik Çınlatan İlaçlar*Aspirin*Romatizma ilaçları İşte bu durumlar, son derece ciddiye almanız gereken konulardır. Bu nedenle tansiyonunuzdaki değişiklikleri asla hafife almayın ve üzerine gidin.Başlıca yüksek tansiyon belirtileri: enseden gelen ağrı, zonklama, kulak çınlaması, bulanık görme, nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk, bacaklarda kesiklik hissi, burun kanaması, sık idrara çıkmadır. Bu tür sorunlar var ise hemen, bu sorunlar yoksa bile düzenli aralıklarla tansiyonunuzu ölçtürün ve bir kenara not edin! Hepimizin şah damar diye bildiği boyun damarına biz, karotis damarı adını vermekteyiz. Bu damara ait olan genişlemeleri de karotis anevrizması olarak tanımlarız. İşte bu anevrizmalar, kulak çınlamasına neden olabilirler. Tanıları, Dopler USG adı verilen teknikle kolayca konur. Çok büyümüş anevrizmalar, acil ameliyat gerektirebilir.Kan yağları deyince kolesterol akla gelir ki bunun yüksekliği, kulak çınlamasına yol açabilir.
[More]
ERGENLİĞİN YAŞLARI
Kızlarda ergenlik bulgularıOrtalama 8 yaşlarında başlar.Kızlarda ergenliğin ilk bulgusu memelerin gelişmesidir. Meme gelişmesi ortalama 4 yıl içerisinde tamamlanır. Meme gelişiminden 2-3 yıl sonra ilk adet başlar.Memelerin gelişmesi yumurtalıklardan salgılanan Östrojen hormonu vasıtasıyla olur.Böbrek üstü bezleri ve yine yumurtalıklardan salgılanan androjen hormonu vasıtasıyla da cinsel organ çevresinde ve koltuk altlarında kıllanma başlar.Erkeklerde ergenlik bulgularıOrtalama 9 yaşlarında başlar.Erkeklerde yumurtalıklar (testisler) ve cinsel organ'ın büyümesi ile koltuk altı ve cinsel organ çevresi kıllanmalar, ilk ergenlik bulgularıdır. Koltuk altı ve cinsel organ çevresindeki kıllanma, yumurtalıklardan ve böbrek üstü bezinden salgılanan ve androjen adı verilen bir hormonun etkisi iledir.Yumurta boyutunun 2.5 cm'yi geçmesi, yumurtaların büyümeye başladığının işaretidir.Erken ergenlik Görebildiğimiz seks karakterlerinin erkeklerde 9, kızlarda 7 yaşından önce başlamasına erken ergenlik demekteyiz.Erken ergenlik bir hastalık durumudur ve araştırılması gerekir.Başlıca iki kusurla ortaya çıkar. Konu başında vurguladığımız gibi ya beyin hormonlarının erken salgılanması yada bundan bağımsız olarak yumurtalık ve böbrek üstü bezinden salgılanan hormonların aşırı söz konusudur.Kız çocuklarında erkeklik hormonunun artışı erkeksi bir gelişime, erkek çocuklarında ise dişilik hormonunun artışı kız havasında bir gelişime neden olur. İlk başlarda büyüme ve gelişme hızı da artmıştır. Ancak başlangıçta yaşıtlarına göre uzun olmalarına karşın, kemik uçlarının erken kapanması sonucu, erişkin yaşlarda akranlarına göre daha kısa kalırlar.Beyin hormonlarından kaynaklanan erken ergenliğin nedeni kızlarda henüz tam olarak açıklanamamıştır. Ancak erkek çocuklarında sıklıkla beyin-sinir hastalıklarına bağlı olduğu bilindiğinden, bu konuda araştırma ihmal edilmemelidir.Her iki cinste de sebep olabilecek beyin, yumurtalık ve böbrek üstü bezlerine ait tümör ve hastalıklar söz konusu olabilir.Nadiren ailesel geçişler de söz konusu olabilir.Aşırı fiziksel yorgunluk* Şeker hastalığı* Hipotirodi (Tiroid hormon eksikliği)* Uzun süren böbrek, kalp ve akciğer hastalıkları* Ailesel hastalıklar* Beyin tümörleri* Kafa travmaları* İlaçlar (kolşisin)Erken ergenlik nedenleri* Beyin tümörleri* Beyin apse, kist ve enfeksiyonları* Kızlarda yumurtalık kist ve tümörleri* Böbrek üstü bezi tümörleri* Hipotiroidi (Tiroid hormon eksikliği)* Tedavi amacıyla kullanılan seks hormonlarıGecikmiş ergenlikAdı üzerinde ergenliğin gecikmesi olan bu durumda, izlenmesi gereken seks karakterleri olgunlaşmamıştır.Ergenlik için kızlarda 13, erkeklerde 14 yaş sınır olarak kabul edilir. Bu yaşların geçilmesine rağmen cinsel olgunlaşma belirtileri yoktur.Gecikmiş ergenlik de erken ergenlik gibi bir hastalık durumudur ve araştırılması gerekir.Erkeklerde kızlardan daha sık görülmektedir.Oldukça geniş nedenleri olabilir. Bu nedenle ciddi bir soruşturma ve tetkik gerekebilir. Bir başka deyişle yalnızca hormonal nedenler değil olası nörolojik ve kalıtımsal hastalıklar da göz ardı edilmemelidir.Gecikmiş ergenlik nedenleri* Büyüme hormonu eksikliği* Beslenme yetersizliği* Ergenlik nedir?Ergenlik, çocuklarımızda gözleyebildiğimiz seks karakterlerinin başlangıcı ile cinsel gelişmenin tamamlanması arasında geçen süreyi içerir.Bu süre bedensel gelişme, psikolojik ve sosyal olgunlaşmayı birlikte yansıtmaktadır. Halk dilinde buluğ çağı olarak da dile getirdiğimiz bu süre tamamlandığında erkeklerde sperm üretimi, kızlarda yumurtlama tam ve kusursuz olarak işlev kazanmış olur.Kemik ve kas kitlesinde artış ile birlikte en hızlı büyüme de bu dönemde görülür. Sonunda kemik uçlarındaki kıkırdaklar kapanarak büyüme durur.Tün bu olayları yöneten ve yönlendiren komuta merkezi beynimizdir. Beynimizin arka lopundan salgılanan hormonlar, seks ve fizik gelişme için gereken emirleri (uyarıları) kemik ve kasların yanı sıra cinsel organlara da vererek, ergenlik sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasını sağlarlar.Emir'e uyan yumurtalıklar, rahim ve cinsel organlar büyür. Koltuk altı ve cinsel organlar çevresinde kıllanmalar bu süreç içinde tamamlar ve ergenlik dönemi sona ererek olgunluğa doğru ilk adımlar atılmış olur.
[More]
BEL AĞRISI VE NEDENLERİ
Önce o şey’i, nereye nasıl götüreceğinizi aklınızdan süzün. Bir ayağınızı hafifçe öne atarak yere sağlam bastığımızdan emin olun. Kesinlikle belinizi bükmeyin, yavaşça dizlerinizin üzerinde çömelin. Öyle bir pozisyona gelin ki kaldıracağımız eşya ve kollarınız, ayni düzeyde olsun. Kaldıracağımız eşyanın ağırlığını önce şöyle bir tartın ve ondan sonra kaldırıp kaldırmamaya karar verin. Eşyanın ağır olduğu açık seçikse, hamasi dolduruşlara gelmeyin, Herkül olmaya özenmeyin. Çevrenizden yardım isteyin. Kaldırma esnasında dik durun ve eşyayı bedeninize mümkün olduğunca yakın tutun. Ayağa kalktığınızda kesinlikle belinizi döndürmeyin. Nereye gidecekseniz o yöne doğru tüm beden olarak dönün.Elinizdeki eşyaları başınız seviyesinde ya da daha yukarılarda taşımayın. Elinizin erişemeyeceği şeyleri almak için, ayak parmak uçlarınızda yükselerek uzanma hareketi yapmayın. Bunun için merdiven kullanın.Pazar alışverişlerinizi poşetlerle değil, tekerlekli bir araba ile yapmayı tercih edin. Ayni aracı diğer ağır yükleriniz taşımak için de kullanın. Bu tür araçların iterek değil, çekerek olanlarını tercih edin. Çekici türde tekerlekli yük taşıyıcıları, daha avantajlı ve güvenlidir.Fazla ayakta kalınca…Prof. Uzun süre ayakta kalmayı zorunlu kılan işlerimizi yaparken alacağımız basit önlemler bizi bel ağrılarına karşı koruyabilir. Misal tezgah başında çalışırken, ütü yaparken, bulaşık yıkarken ayaklarımızdan birinin altına bir basamak koymak son derece yararlıdır. Bu şekilde bir ayağımızı hafifçe yükseltip diz ve kalça eklemlerimizi bükerek, belimizi gerginlikten kurtarmış oluruz. Bu arada gövdemizle çalıştığımız masa ya da tezgaha doğru abanırsak daha iyi pozisyon sağlamış oluruzElektrikli süpürge kullanırken, ayaklarınızdan biri önde diğeri arkada olmalıdır.Neredeyse her dördümüzden biri bel ağrısından yakınırız. Evimizde, çalışma hayatımızda; günlük olağan ve zorunlu davranışlarımız, bel ağrısına neden olmaktadır. Toz almaktan süpürmeye, çamaşırdan ütüye, bulaşıktan sofra kurmaya olduğu kadar uzun süre masa başında çalışma pozisyonları, belimize yük olarak biner, acı olarak yansırlar.Bel ağrımıza neden olan durumları bilirsek, önlem almakta o kadar kolay olur.Bel ağrısı nedenleri*Ağır kaldırmak*Uzun süre ayakta kalmak *Sık yere eğilmek*Dizleri kırmadan yük kaldırmak*Fazla kilolu olmak*Spor yapmamakYerden bir şey alırken…Yerden bir şey almak isterseniz, düşüncesiz ve asla acele hareket etmeyiniz. İkisi bir hizada değil! Bütün yükünüzü iki ayak üzerinde değil-hangisi olsa fark etmez- ayaklarınızdan sadece birisi üzerine verin. Ve ileri-geri hareketlerinizi de diğer ayağınız üzerinde gerçekleştirin. Sağa veya sola dönüşlerinizde öndeki ayağınızı değil, arkadaki ayağınızı kullanın. Sağ-sol, ön-arka dönüşlerde mutlaka bir ayağınız önde diğeri arkada olmalı.Telefonla konuşurken…Her zaman yapılan yanlıştır: Telefonla konuşurken, telefonu omuz ile kulak arasında sıkıştırmak ve sözüm ona serbest kalan eller ile “iş “ yapmak! Bu özentiden vazgeçin! Ahizeyi elinizden bırakmadan konuşun. Hele bir de boyun tutulmaları yaşıyorsanız, bu yanlış alışkanlığı derhal terk edin. Eğer yaptığınızın pratikliğinde(!) ısrarlıysanız, boyun ve sırt ağrılarınız için daha fazla neden aramayın, üzgünüm ama fazla da anlayış beklemeyin.Kanepede kestirirken…Şöyle keyifli bir akşam yemeğinden sonra kanepeye uzanıp da televizyon seyretmek ya da ufaktan kestirmek hoş duygudur. Ancak! Kanepenin kol desteğine baş koyarak bu iş yapılırsa, boyun ve sırt kaslarının kasılması için uygun bir zemin yaratılmış olur. Eğer bir de artroz yani kireçlenme söz konusu ise bu durum, sorunu daha dramatik boyutlara sürükleyebilir.Bel ağrılarına karşı sıcak uygulamak, öteden beri alışılagelmiş bir davranıştır. Ancak sıcak yerine soğuk uygulamalardan daha iyi sonuç almaktayız. Ani etkiden doğabilecek tepkiye karşı buz kalıplarını ya da kabını, ılık suda ıslatılmış havlu ile sararak tatbik etmek daha uygundur. Böylece ılıklık duygusundan soğuğa ılımlı bir geçiş sağlamış oluruz.Yürüyüş bandında ve kondisyon bisikletinde yapılacak yürüme egzersizleri, doğa yürüyüşlerinden daha zararsızdır.Bu saydıklarımın dışında kalan sportif etkinlikler, bel ağrısı çekenler için uygun değildir.Bel ağrısına faydalı egzersizler *Karın kasları egzersizleri *Bacak kasları egzersizleri*Yüzme*Yürüme bandıNe yapmalıyız?*Beliniz ağrıdıysa hemen dinlenin*Sık pozisyon değiştirin:Oturuyorsanız kalkın, ayakta iseniz yatın!*Dik durun, dik oturun*Sandalyeniz belinizi desteklesin*Yüz üstü yatmayınDikkat!Bel ağrıları sürecinde yaşayabileceğiniz şu hususlar çok önemlidir: Ağrının inatçılığı, bacaklarda uyuşma, karıncalanma, hissizlik…işte bu gibi durumlarda hemen doktorunuza başvurun. Bu koşullar, doktorunuzun önerileri doğrultusunda ileri tetkikleri gerektirebilir.Aktif olmak, spor yapmak, sağlıklı yaşam ve bel ağrılarını önlemek adına son derece önemli etkinliklerdir. Bu, kilonuzu korumaya yararlı olduğu gibi, bel kaslarınızı güçlendirmesi bakımından da değer taşır. Egzersiz sayesinde vücudunuzun savunma gücü artar, kas ve eklemleriniz güçlenir. Dahası kemikleriniz de güçlenerek osteoporozun önüne geçilmiş olur. Unutulmaması gereken husus, egzersize ısınmadan başlamamaktır. Aksi takdirde “kaş yaparken göz çıkabilir” yani kaslarımız hasar görebilir. Bu ısınma süreci, yürüyüş ve hafif ritmik hareketlerle sağlanır.Eğer daha önce spor yapmadıysanız doktorunuza danışarak ve onun önerilerini alarak başlamanız uygun olur.Yüzme, bel ağrıları için ön planda önerdiğimiz bir spordur. Çünkü yüzme, bele en az yüklenen bir spor türüdür. Yürüyüş de yararlıdır ancak, sert zemin ya da kaldırımda değil.
[More]
KARPUZUN ZARARLARI VE FAYDALARI
Açık renkli ve düz kabuklu "bal kavunu" iyi bir C, A vitamini, potasyum ve çinko kaynağı olarak en değerliler arasında yer alıyor. Cildi kuru olanlar için bir ölçü süt, bir ölçü kavun suyu ve bir ölçü su ile hazırlanan karışım iyi sonuç veriyor. Meyve salataları, pasta ve tartoletlerde Kısa sürede çok kilo vermenin bir yolu da karpuz rejimi yapmaktan geçiyor. Bol miktarda su içermesi, şeker barındırması ve boşaltımı hızlandırması gibi özellikleri nedeniyle kilo vermeyi sağlayabiliyor; ama süreyi kısa tutmak ve tek yanlı bu beslenmeye yüklenmemek koşuluyla. Meyve olarak tükettiğimiz karpuzdan güney kentlerinde reçel yapıldığını duymuş muydunuz? Karpuz alırken sürprizlerle karşılaşmamak için kabuğunun çok parlak olmamasına ve kabuğunu kazıdığınızda üsteki dokunun kolayca çıkmasına özen göstermelisiniz. Bir başka yazlıkçı meyve de kavun. B vitamini, brom ve iyot içeriyor, sinirleri yatıştırıyor, kanı temizliyor ve kolay bir uyku sağlıyor.Çünkü yemek sonrasında yendiğinde sindirim güçlüğü yaşanabiliyor. İlginç olan, karpuzun besin değerinin, diğer birçok besinde olduğu gibi kabuğunda saklı olması. Bu nedenle olabildiğince kırmızı etli kısmın altındaki beyazımsı kısmı tüketmeye bakmalısınız. (Eşek hoşaftan belki anlamıyor ama, karpuzdan anladığı kesin) Ölçüyü kaçırmadan tüketmek gerekiyor. Damar tıkanıklığı, kansızlık için de öneriliyor. Ama hazmı karpuza göre daha güç. Bir de şeker oranı fazla. bol bol kullanarak hem lezzetinden hem de besin değerinden yararlanmalısınız Karpuzun yüzde 95’i su. Böylece bedeni temizleyici bir özelliği bulunuyor. Böbrekleri çalıştırıyor, idrar söktürüyor. Böbreklerdeki üre ve ürat tuzlarını temizliyor. Kum ve taştan yakınanların da es geçmemesi gereken bir meyve karpuz. B ve C vitamini içermesi de diğer artıları. Az miktarda da olsa barındırdığı "likopen" maddesi kalbi enfarktüs olasılığına karşı koruyor. Karpuzun bu özelliklerinden yararlanmak için yemeklerden çok önce, mide boşken tüketmek gerekiyor.
[More]
SOYA VE MUCİZELERİ
FDA'nin soya fasulyesini de aynı lifli-kepekli yiyecekler ve sebzeler gibi kalp hastalığı riskini azaltan gıdalar listesine dahil etmesi bekleniyor. Fazla lezzetli olmadığı için sofralardan uzak kalan soya fasulyesini yeni keşfeden Amerikalılar, şimdi bu yararlı gıdaya lezzet katmak için uğraşıyor. Bu nedenle de soyanın sadece kolesterol düzeyi yüksek olanlara mı iyi geldiği tam olarak bilinmiyor. Bu konuda yapılmış en az 30 araştırma var. Bu araştırmalara göre 47 gramlık soya tüketimi, kolesterolü yüzde 9 oranında düşürüyor. FDA'nın iki hafta önce onayladığı, pahalı ancak kolesterol düşürücü margarin Benecol de kolesterolü aynı miktarda düşürüyor. Ancak araştırmacıları düşündüren bir nokta var: Soyanın kolesterolü neden düşürdüğünü bir türlü çözemiyorlar. Soyanın göğüs kanserini önleyici etkisi olduğu da biliniyor. Çünkü Japonya'daki kadınlar arasında ortaya çıkan göğüs kanseri oranı ABD ve diğer sanayi ülkelerine göre çok daha düşük. Ancak Japon kadınlarının soyanın yanı sıra, diğer gelişmiş ülke kadınların a göre daha bol miktarda sebze, meyve ve yeşil çay tükettiğini de unutmamak gerek.Gıda sanayi harıl harıl yeni soya çeşitlemeleri üzerinde çalışıyor.Aşırı yağlı besinlerle kolesterol yüklemesi yapan Amerikalılar kurtuluşu soya fasulyesinde arıyor. Bugüne kadar büyük ölçüde hayvan yemi olarak kullanılan ya da sadece vejetaryenlerin yediği soya fasulyesi, doktor tavsiyesi üzerine artık halk arasında da giderek yaygınlaşıyor. Çünkü hem kolesterolü düşük, hem kanseri önlüyor, hem de kemikleri güçlendiriyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) bu yılın sonlarına doğru soya fasulyesinin bir yararlı yönünü daha ilan etmeye hazırlanıyor. Daha çok Uzakdoğu'ya özgü bir besin olan soya proteininden yüksek kolesterollü gıdaların taklitleri üretiliyor. Gerçeğine pek benzemese de, soyadan domuz pastırması bile üretiliyor. Japonların bol miktarda tükettiği soya eti tofunun yanı sıra sosis ve dondurma da yapılıyor. TEST EDİLDİ ONAYLANDI ABD'de son 25 yıl içinde yapılan araştırmalar, soyanın kolesterol düşürücü etkisini kesin biçimde ortaya koyuyor.
[More]
SARIMSAK UZUN YAŞATIR
Uzun ve sağlıklı bir yaşam için bol vitamin, bol hareketi şart koşan uzmanlar genç kalmak için en çok sarımsak yenilmesini öneriyor.Hastalıklardan uzak sağlıklı bir yaşamın ve ilerleyen yaşa rağmen gençlik dolu enerjinin kaynağı, bol vitamin ve bol hareket. Stres, hava kirliliği, yağlı yiyecek ve sigaranın kanı zehirleyerek damarlarının tıkanmasına yol açtığını belirten bilim adamları, sağlıklı bir yaşam için B, E ve C vitaminleri içeren besinler alınmasını ve bol bol yürüyüş yapılmasını öneriyor.Flavonoid, kontrolden çıkan oksijeni kandan temizler ve kireçlenmeyi önler. Özellikle koyu renkli taze sebze ve meyveleri (ıspanak, kara lahana, pırasa gibi) tercih edin.ŞARAPAtardamarın kireçlenmesi önleyen Polifenol maddesi içeren şarap ölçülü içilmesi halinde kalp krizi riskini yüzde 34 azaltır. Ancak haftada 6 kadehten fazlası kalbe ve beyne zarar verir.KOŞUKoşu ile harekete geçen hücreler kanı hareketlendirerek atardamarların kireçlenmesini önler. Damarları su borusuna benzeten bilim adamları, kana karışan kolestrol moleküllerinin zamanla damarların daralmasına ve kalp krizi ile biten çeşitli hastalıklara yol açtığını vurguluyor. Son yıllarda giderek yaygınlaşan "fast food" türü yiyeceklerdeki aşırı yağ oranının sağlık açısından olumsuz etkiler ortaya çıkardığına dikkat çeken bilim adamları, "Yaptığımız araştırmalarda lahana, soya fasulyesi ve kuş konmaz gibi folasid içeren sebzelerin daha çok yenmesi halinde yılda en az 50 bin kişinin kalp krizinden ölmeyeceği ortaya çıktı" diyor.Atardamarların kireçlenmesine karşı bol sarımsak öneren uzmanlar şöyle konuşuyor: "Kandaki kolestrolü temizleyerek hücreleri sürekli genç tutan sarımsağı çiğ yiyebilir veya her yemeğe koyabilirsiniz."Besin yoluyla yeteri kadar vitamin alamayanların mutlaka vitamin hapı kullanmalarını isteyen bilim adamlarının sağlıklı ve gençlik dolu bir yaşam için diğer önerileri şöyle:• Bol yürüyüş• Hareketlilik kan dolaşımını düzenler, damarları açar. Gereksiz kaloriler yakılır ve böylece kolestrol düşer. Bunun için her gün en az 20 dakika yürüyün. Haftada 3 - 4 kez yarım saat hafif koşu yapın, mevsimine göre yüzün veya kürek çekin.• Makarna, kolestrole bağırsaklarda set çeker ve kana karışan kolestrol oranının en aza indirir. Bu yüzden haftada 1 - 2 kez makarna yiyin.• Balık: Omega 3 vitamini içermesi nedeniyle haftada en az 2 kez taze balık yiyin. • Meyve - sebze: Tüm meyve ve sebzelerde kanı temizleyen Flavoinid adı verilen madde bulunur. Her gün taze meyve ve sebze yiyin.• Zeytinyağı: Yemeklerde özellikle zeytinyağı kullanmaya özen gösterin. Mısırözü yağı ve kolza yağını da tercih edebilirsiniz. <34>Damarlara gençlik aşısıFLAVONOIDSebze ve meyvelerde bulunan Flavonoid adı verilen madde, tüm vitaminlerden daha etkilidir.
[More]
KAN GRUBU NASIL ÖĞRENİLİR?
Mantık ve irade, onlarda daima duygulardan daha önce gelir. Bu mizaca sahip bulunanların tipi, asker, uzman ve danışmandır.- AB Kan Grubu: Kompleks mizaç özelliği gösterirler. diğer üç mizacın tüm özelliklerini, karmaşık ve karışık bir biçimde bu kümede yer alan kişilerde görülür. Bu üç özellik, farklı yoğunluklarla bir arada bulununca, kişi birbiriyle uyuşmaz eğilimlerin elinde adeta oyuncak olur.Böyleleri, dengeleri için gerekli olan dinamik bir düzenleme, güçlü bir irade ve iyi bir disiplinle karşılaşana değin, çelişen, karmaşık duygu, düşünce ve eğilimlerin elinde bocalayan, kaprisli, kararsız ve tutarsız bir kişi olur çıkarlar. Bununla birlikte çevrelerine önem vermeleri, sosyal tutum ve yargıları önemsemeleri, mantıklı düşünme yetisine sahip olmaları gibi olumlu yönleri onları başarıya ulaştırabilir.
Dört ayrı kan grubuna sahip insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, kan grupları ile karakter özellikleri arasında bir ilişki bulunduğunu ortaya koyuyor.Araştırmalara göre A kan grubunda bulunanlar uyumlu mizaç özelliğini gösterirken, 0 kan grubunda bulunan hayatı bir melodi gibi yaşıyorlar. B kan grubu ise akılcı, düzenli, ve iradeli. AB ise, diğer 3 mizacın özelliklerini birleştiriyor.Psikolog Tuncel Altınköprü´ye göre, kan grupları ile insan karakterleri arasında yakın bir ilişki bulunuyor. Ancak aşırı duyarlılıkları, çevrelerinde büyük uyum güçlüğüne düştüklerinde onların geriye doğru kaçmalarına ve içlerine kapanmalarına neden olur.Uyumlular, içinde bulundukları toplumun en ilgi çekici ve en renkli varlıklarıdır. Ancak dayanma ve uyum sağlama yeteneklerinin yetersiz kaldığı ortam ve koşullarda çözülürler. Örneğin araştırma ve buluşlara yatkınlar A grubunda, sosyal etkinlik gerektiren mesleklere eğilimi olanlar O grubunda toplanabiliyor. Çeşitli araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre dört kan grubu ve kişilik özellikleri şöyle sıralanıyor:- A Kan Grubu: Uyumlu mizaç özelliğine sahiptirler. Onu bir demiryolu üzerinde giden, önüne çıkan engelleri ezen veya birlikte sürükleyen bir lokomotife benzetebiliriz.Çevrelerine egemen olmak ve yönetmek isterler. Gözü pek, inatçı, otoriter ve serttirler. Bu grup içinde yer alanlar, duyan, hisseden, sürekli olarak araştıran, çevrelerindeki kişiler ile bağlantı ve uyum sağlamaya çalışan kişilerdir. Dış dünyadaki tüm değişikliklere karşı duyarlıdırlar. Acınacak, zavallı insanlar olurlar.- O Kan Gurubu: Melodik mizaç özelliğine sahiptirler. Bunlar yaşamın tadını en iyi çıkaran, dünya nimetlerinden en geniş biçimde yararlanan kişilerdir. Hayati bir melodi gibi yaşar ve kavrarlar.İçinde bulundukları ortama çok iyi uyum gösterirler. Tüm insanlarla ve bütün varlıklarla anlaşırlar. Onlara ters düşmeden, olumlu ilişkiler kurmayı başararak yaşarlar. Bu engin uyum düzeni içinde, önlerine sunulan olanaklardan rahatlıkla yararlanırlar.Amaçladıkları sonuca, büyük uğraşlara kalkışmadan, kolayca ulaşırlar. Onların bu başarılarındaki en büyük etken, dış dünyayla, sudaki hidrojenle oksijen gibi uyumlu olmalarıdır.Modaya, havaya, zamana hemen uyuverirler. Herhangi birine çok değişik ve ters gelebilecek bir ortam düşünelim. Onlar bu ortam içinde dağılıp şaşırmaz, ürküp sinmez, bir köşeye çekilip donup kalmazlar. Hemen uyum gösterirler. Sivri ve uç düşünceleri, aykırı fikir ve eğilimleri yoktur. Ancak orijinallikten de yoksundurlar. Melodiğin tipi, diplomat ve tüccardır.- B Kan Grubu. Ritimli mizaç özelliğine sahiptir. Davranışlarında akılcı, sistemli, düzenli ve iradelidir. Başkalarının tepki ve eğilimlerini dikkate almaksızın, kendi düşünce ve kararları doğrultusunda ilerler.
[More]
SAHİPSİZ HASTALIKLAR VE TEDAVİLERİ
Araştırmalar ihmal edildiğinden,yeterli lobi bulunmadığından ve de uygun ilaçlar ilaç endüstrisine kazanç sağlamadıklarından, neredeyse her gün bir hasta yaşamını yitirmekte. "Bu tür metabolizma hastalıklarına yakalanan çocuklar sanki bir karamsarlığa düşüyorlar" diyor Münster' deki Çocuk Kliniği'nden Thorsten Marquardt.Gerçi hastalar genelde buluşçularının isimleriyle anılan Morbus Huntington, Morbus Wilson ya da Morbus Prompe gibi hastalıkların semptomlarını taşıyorlar ama hiç kimse sorumluluk üstlenmeye yanaşmıyor.Bu yüzden de bunlar bazen "orphan disease"(sahipsiz hastalıklar) olarak da anılmakta. Fakat Almanya' daki hastalara artık küçük bir umutdoğdu.Çünkü kısa süre önce düzenlenen bir yasanın, ilaç şirketlerini teşvik ederek ender görülen hastalıklara yönelik ilaçların (orphan drugs) üretilmesine önayak olması bekleniyor.Araştırma Bakanlığı ilk kez ender rastlanan hastalıklara yönelik projelere destek verecek. Amerika' daki gelişmelere bakılırsa bu tür uygulamaların etkili olabileceği düşünülebilir.Amerika' da 1983'ten bu yana Avrupa' daki düzenlemeden daha tutarlı bir biçimde ilaç firmalarını teşvik eden ve Orphan Drug Act olarak bilinen bir kararname yürürlükte.Bir enzim bozukluğu nedeniyle belli başlı yağların karaciğer, dalak ve kemik iliğinde depolanmasıyla ortaya çıkan Morbus Gaucher hastalığına yakalanan Claudia Riedel de, hikayesini internette yayımlayarak bu kararnameden yararlandı.14 yaşında enzim tedavisine başlayan genç kadın bugün kendisine yaptığı iğneler sayesinde normal bir yaşam sürebiliyor.Bu terapiye katılamayan Sarah, aslında "bireysel terapi denemesi" çerçevesinde yeni ilaçla tedavi edilebilirdi ama firma ilacı vermeye yanaşmamış.Firmanın yönetici yardımcısı gerçi bu ilacın kısa süre sonra bazı hastalara verileceğini söylüyor ama bunun ne zaman gerçekleşeceği ve bu hastalar arasında Sarah' ın yer alıp almayacağı belli değil.Söz konusu ilaç olasılıkla 2002 yılında piyasaya sürülecek.Ancak bu tarih de küçük kız için çok geç olabilir. Avrupa' da şu anda Gaucher tedavisi gören 50 hasta var.Tedavinin bir yıllık maliyeti 1 milyon markı bulurken Genzyme firması da büyük kazançlar elde ediyor. Fakat Orphan ilaçların ender görülen diğer hastalık türlerine uygun bir biçimde geliştirilebilmesi için daha küçük kuruluşlara da yeni olanaklar verilmesi gerekiyor ama bu kadar büyük talebi karşılayacak kadar çok firma yok henüz."Bilinen 5000 hastalık türünden şu anda teorik olarak ancak 1200 tanesi tedavi edilebiliyorsa da, şimdilik sadece 50 hastalığın tedavisinde önemli bir artış gözlenmekte" diyor Orphan Europe' nin Almanya yöneticisi Eberhardt Kroll. Ne ilginçtir ki bazı durumlarda patenti bile bulunmayan eski maddeler de yeni ilçaların keşfedilmesinde yararlı olabiliyor.Farelerle deneyler yapan İsveçli araştırmacılar örneğin çok rastlantısal bir biçimde yabani otların temizlenmesinde kullanılan NTBC' inin yaşamı tehdit eden proteinin indirgenmesi sırasında yaşanan bozukluklarda (Tyrosinami Tip I) etkili olduğunu fark ettiler.Tükürük kanallarında oluşan hastalıklarda da çinko içerikli bir ilaç yararlı oluyor. "Eğer yeterince araştırılsaydı çok daha fazla terapi türleri bulunabilirdi" diyor Mainz' taki Üniversite Çocuk Kliniği'nden Markus Ries. 5 Bin ender görülen hastalık var.Kar etmediklerini savunan ilaç firmaları bu hastalıklara yönelik ilaçları üretmeye yanaşmıyor.Oysa tedavi edilemeyen hastalıklar yüzünden çok sayıda çocuk yaşamını yitiriyor. Şu sıralar Almanya' daki tıp dünyasını meşgul eden hastalıklardan biri olan A III tipi Mukopolisakkaridoz, bir enzimin eksikliğiyle ortaya çıkıyor.Bu madde sinir dokusuna girerek yavaş yavaş beynin işlevini bozar. Mukopolisakkaridoz oldukça ender rastlanan bir metabolizma hastalığı.Almanya' daki araştırmalara göre ülkede 1:70000 kişide görülmekte.Çocuklar genelde 20 yaşına gelmeden önce ölüyorlar.A III tipi hastalığın tedavisi henüz bilinmiyor ve bu konudaki araştırmalar çok kısıtlı. Almanya' da yaklaşık 4 milyon kişinin ender görülen hastalıklar nedeniyle tedavi edilemediği tahmin edilmekte.Ve bu hastalar bilinen 5000 ender rastlanan hastalık türlerinden birine yakalanmış durumda. Aileler araştırmaları teşvik için çalışıyorlarFakat bir ilaç piyasaya çıkmadan önce klinik deneylerden geçer. Dene-melerle geçen süre birçok ana baba için eziyetli bir bekleyiş demek.Çünkü yalnızca çok özel bir hastalığa sahip çocuklar bu tür terapilere katıla-biliyor.Diğerlerine sadece beklemek kalıyor. Çok ağır seyreden Mukopolisakkaridoz Tip I hastalığına yakalanan 4 yaşındaki Sarah da bunlardan biri.Çeşitli hastalıklar için beş yıl süreyle 1-2 milyon marklık ortak yatırımla veri bankaları,geziler ve workshoplar düzenlenecek."En iyi araştırmaya imkan veren organizasyon sürecini yakalamak istiyoruz" diyor Robert Hauer. Fakat ender görülen hastalıklarda karşılaşılan bazı özel durumlar yürürlükte olan anlaşma içeriğine uymadığından başvuruda bulunan araştırmacıların sözleşmeleri iptal edilse de araştırmalar boşa gitmiyor."Çünkü bu çalışmalar sayesinde daha sık görülen hastalıklarla ilgili yeni bilgiler de edinilebiliyor" diyor Marquardt. Doğumundan sonra solunum zorluğu çektiğinden uzun süre oksijen verilmiş,böbrekleri bozulmuş,mide ve beyin kanaması geçirmiş.Küçük kızın tek umudu şu anda henüz deneme aşamasında olan Amerikan Biomarin firmasının enzim takviye ilacı. Araştırmaların yeterli olmaması özellikle de hasta çocukları olan aileleri harekete geçirmiş.Fransa ve Amerika' yı örnek alan ana babalar araştırmalar için para topluyor, doktor ve bilim adamlarıyla birlikte çalışarak sorunlarıyla medyanın ilgisini çekmeye çalışıyorlar. En başarılı girişimlerden biri de "aktion benni&co.e.V." henüz üç yaşındayken "Duchenne kas yetersizliği" teşhisi konan Benni Over bugün on yaşında.Ender görülen bu kalıtım hastalığı genelde erkek çocuklarda ortaya çıkıyor ve hastalar 9-12 yaşından itibaren tekerlekli sandalyeye mahkum oluyorlar.Benni' nin babası (Klaus Over) oğlunun hastalığına çare bulabilmek için bir ara tıp okumayı bile düşünmüş fakat daha sonra pazarlama sektörüne girerek projesini gerçekleştirmeye karar vermiş. Araştırmacının uzman- lık alanı olan CDG sendromunda, proteinler üzerindeki şeker zincirleri bozulur;hastalık çocukların bedenleri ve zekalarında önemli hasarlar bırakır ve erken yaşta ölmelerine neden olur.İşte Marquardt, şeker zincirlerini araştırırken tümörlerin ne şekilde metastazlaştığını öğrenmiş.Tüm çabalar sonucu 6 yaşındaki bir çocuğu kısmen de olsa iyileştirebilmişler.Ancak tedavi şekli henüz bilimsel olarak kanıtlanmadığından sigorta kurumu terapi için gerekli olan özel besi ürünlerini ödemeye yanaşmamış. Altı yaşındaki oğlu bu terapiden sonra iyileşmeye başlayınca Marc Willrodt da kolları sıvamış.Üç sene önce CDG sendromunu tanıtmak için "CDG Syndrom" derneğini kuran Willrodt şimdi büyük bir umutla gönüllü yardımcıları bekliyor. Bugüne kadar "Running for Deuchenne" gibi hisse senetleriyle yaklaşık bir milyon mark toplamış.Uzmanlardan oluşan bir kurul şimdi bu gelirle hangi araştırma projelerinin desteklenebileceğini araştırıyor. Belli ki Over defalarca izlediği "Lorenzo' nun yağı" adlı filimden çok etkilenmiş.Özellikle de ender görülen hastalıklarda araştırmacılar arasındaki işbirliğinin çok önemli olduğunu öğrenmiş."Dünyadaki tüm bilgileri bir araya toplayabilirsek birkaç yıl kazanabiliriz" diyor Over. Alman Araştırma Bakanlığı da aynı düşünceden yola çıkarak bir proje geliştirdi. Ne var ki tam da CDG sendromu ender rastlanan hastalıklarla ilgili araştırmaların ne kadar zor geliştiğini göstermekte.Almanya' da Ia tipi CDG sendromu sadece Münster' deki Üniversite Kliniği'nde araştırılmakta ve çalışmalar hiçbir ilaç firması tarafından desteklenmemekte.Araştırmacılar çocukları tedavi etmeden önce,ilaçların yan etkilerini öğrenmek için kendilerinde denemek zorunda kalmışlar.
[More]
NEFES NEFESE KALMAK NE DEMEK?
Çok çabuk yoruluyorum. Herkesin rahatlıkla yaptığını ben yaptığımda niye çabuk kesiliyorum? Hemen soluk soluğa kalıyorum.
KOAH (Kronik Obstrüktif= Tıkayıcı Akciğer Hastalığı) bunun en tipik örneklerinden biridir. Bugün dünyada 600 milyonu aşkın, Türkiye'de ise 3 milyona yakın KOAH lı olduğu bilinmektedir.Bu tür nefes darlıklarına orta ya da fazla şiddetli bir öksürük ile birlikte balgam çıkarmak da eşlik edebilir. Ne yazık ki bu şikayetlerin çoğu kez sigaraya bağlı olduğu ifade edilerek umarsız davranışlar sergilenmektedir. Bu da telafisi çok zor sonuçlara yol açmaktadır."Hava alamıyorum. Boğulacak gibi oluyorum. Sanki ciğerlerime yeteri kadar hava girmiyor gibi. Derin bir iç çekerek ciğerlerimi doldurmak istiyorum."KOAH dan farklı olarak burada nefes vermekte değil, nefes almakta yaşanan bir sıkıntı dile getirilmektedir.Böylesi yakınmalarda öncelikle hava yolarının girişinde bir engel akla gelmektedir.Bir solunum yetmezliği ile karakterize olan rahatsızlığımız var ise kendimizi herkes den daha iyi bilmek zorundayız. Adrenalin salvosu ile oluşan çarpıntı ve sık nefes alma durumu mevcut sorunlarımızın daha sıkıcı boyutlara ulaşmasına neden olabilir. Bu sebeple gereken tedbirlerimizi almalıyız:Yanı başımızda sigara içme cüretini hala gösteren dostlarımıza "Havamı bozma!" diyerek ilk görevimizi yerine getirdikten sonra, sağlık üzerine paylaştıklarımız ile paylaşmadıklarımız arasındaki farkı kapatmaya devam edelim."Nefesim daralıyor... Nefes almak değil vermekte zorlanıyorum. Septum deviyasyonu adı verilen burun orta bölme kemiğinin sağdan sola yada soldan sağa yatıklığı ile karakterize olan burun tıkanıklıklarında yaşanan durum böyledir.Doğuştan hava yollarına ait anomaliler de bu tür yakınmalara sebep olabilirler.Aldığım hava içime giriyor da sanki çıkmakta zorlanıyor. Sanki supaplı bir top şişiyormuş gibi ciğerlerimin şiştiğini hissediyorum. Bu esnada arı sesi gibi vızıltılı sesler algılıyorum"Bu türden yakınmalar daha çok tıkayıcı vasıfta solunum sistemi hastalıklarında dile getirilen sıkıntılardır. Yine büyümüş ve hava yoluna baskı yapabilecek boyutlara ulaşmış olan bir tiroid bezi (Guatr) ya da bir nodül bu durumlara sebep olabilmektedir."Mide fıtığı" da denilen hiatus hernilerinde benzer bir nefes alma zorluğu yaşanır. Mide ve diyaframın akciğerlerimizin tabanlarına yapmış olduğu basınç, akciğerlerimize yeterince hava dolmasına engel olarak nefes almakta zorlanma ile dile gelen yakınmalara sebep olabilir. Aynı türden yakınmalar kısa zamanda aşırı kilo alma durumlarında da görülebilmektedir.Kalp yetmezliği olanlarda hem nefes almak hem de nefes vermekte bir zorlanma durumu yaşanmaktadır. En sık görülen bulgusu; bir iş yaparken ya da merdiven çıkarken nefes darlığının daha da şiddetlenmesi, istirahat halinde ise hafiflemesidir.Kalp yetmezliği olan kişiler yatarken daha rahat olabilmek için yüksek yastıkları tercih ederler. KOAH lı hastalar ise çoğunlukla bu tercihte bulunmazlar. Elbette kalp ve akciğer sorununu birlikte yaşayan hastalar olabilir."Aşırı derecede halsizim. Kendimi çok bitkin hissediyorum. Bu benim moralimi çok bozuyor."Anemi ya da kansızlık diye tanımladığımız hastalık durumlarında sık olarak karşılaştığımız nefes darlığına ilişkin yakınmalar genelde bu türdendir.Solgun bir benizle uykuya eğilimli olmak, genel bir isteksizlik, performans düşüklüğü ve üşümek anemik hastalarda görülen diğer önemli yakınma türleridir. Anemi nedeni saptanıp tedavi edilirse sözü edilen bu yakınmalarda süratle düzelmektedir.Beyin hastalıkları ve kas-sinir hastalıkları sonucunda da nefes darlıkları ile karakterize solunum yetmezlikleri görülebilir. Bunlardan en çok bilinenleri çocuk felci ve tetanusdur.Solunum yetmezliklerinde kanda azalan oksijen ile artan karbondioksit oranları, şikayetlerin ortaya çıkmasında esas rolü oynarlar.Kanda oksijen azalması ile hızlı bir nabız, hızlı bir solunum sayısı, ilerleyen evrelerde dudaklarda ve ellerde morarmalar, baş ağrısı, bitkinlik ve karar verme yeteneğinde bozulmalar ortaya çıkar.Kanda karbondioksit artışı ile birlikte baş ağrısı, uykuya eğilim,istemsiz kasılmalar (havale benzeri) ve daha ileri aşamalarda halüsinasyonlar da görülebilir.Özellikle akşamları abur cubur atıştırmalarından uzak durmalıyız.En azından yürüyüş olmak üzere, koşullarımıza uygun bir spor yapma alışkanlığı edinmeliyiz. Adrenalin nedir?Böbrek üstü bezlerimizden salgılanan bir hormondur. Başlıca kontrolü beyin tarafından sağlanmaktadır. Stres, travma ve şok durumlarında beynimizin uyarısıyla kana yüksek miktarda salınmaktadır. Bu şekilde tansiyon yükselmesine, kalp ve solumun sayısında refleks artışlara neden olmaktadır.Nefes darlığı dereceleri1.derece: Hızlı yürüyüşlerde, hafif koşularda veya merdiven çıkarken ortaya çıkan nefes darlıklarıdır2.derece: Yürüyüş halinde ortaya çıkan nefes darlıklarıdır.3.derece: Günlük olağan işleri yaparken ortaya çıkan nefes daralmalarıdır4.derece: En ağır formudur. Oturduğu yerde nefes darlığı çekmektedir. Uyumakta zorlanmaktadır.Nefes darlığı nedir?Vücudumuzun ihtiyacına yetecek miktarda oksijen için gerekli olan havanın sağlanamaması durumudur. Başlıca nefes almak ve nefes vermekle ortaya çıkan zor durumu ifade eder.Sık sık nefes almak nefes darlığını düşündürse de aslında farklı bir durumdur. Sağlıklı bir erişkinde bir dakikadaki normal solunum sayısı ortalama 12 ile 15 arasıdır. 20'nin üzerindeki nefes alıp verme sayısı normal değildir.Solunum yetmezliği yapabilen ilaçlar hangileridir?Trankilizanlar(Tranxilen, Diazem vb.)Barbituratlar (luminal)Narkotik ilaçlarAmeliyatta solunum yoluyla kullanılan anestezik ilaçlarNasıl korunuruz?Öncelikle temiz bir hava ortamı sağlanmalı.Bunun için de çevre bilincimizi geliştirip yaygınlaştırmalı, gereken tedbirlerin alınmasi için yurttaşlık görevlerimizi yerine getirmeliyiz.Hava kirliliği yaratan sanayi, kalorifer yakıtları, egzoz gazı gibi tehlikelere karşı gereken önlemlerin alınması için en doğal insani tepkilerimizi dile getirmekten kaçınmamalıyız.Aynı tepkiyi sigara konusunda daha üst boyutlara taşımalıyız.Bırakın içmeyi içenin içmeyene zoraki dayatması olan pasif içiciliğe olan tepkimizi "Havamı kirletme!" v.b. sloganlarla dile getirebilmeliyiz. Fazla kilolarımızdan uygun bir diyet ve egzersiz programları yaparak kurtulmaya çalışmalıyız.Solunum, kulak, burun, boğaz, kalp vb. hastalıklarımızın takip ve tedavilerini özenle yaptırmalıyız.Düzenli bir yeme içme alışkanlığını ilke edinmeliyiz.
[More]
BALIK YAĞI ZARARLIMIDIR ?
Balık mı Balıkyağı mı? Balıkyağı, balığın yerini tutabilir mi?Balıkyağı ile alınan sonuçlar oldukça ümit verici.Ancak henüz balıkyağı konusundaki bilgiler yeterli değil. Kalp Dostu Balıklar Alabalık Ringa Balığı Sardalye Ton Balığı Som Balığı Geçen ayın Amerikan Kalp Birliği tarafından çıkarılan Circulation dergisinde yayınlanan bir çalışma ile,bu bulgulara bir yenisi daha eklendi. GISSI Prevenzione GISSI Prevenzione adını taşıyan bu İtalyan çalışmasında balıkyağı desteklerinin kalp krizinden sonra hayatta kalan kişilerde ani kalp ölümünü dramatik olarak azalttığı ileri sürüldü.Çalışmaya 11.300 kişi katıldı.Katılımcılar dört gruba ayrıldı: - Bir gruba günde 1 gram n-3 çoklu doymamış yağ asidi, - Bir gruba günde 300 mg E vitamini, - Bir gruba ikisi birden, - Bir gruba da plasebo verildi. Çalışmaya katılanlar sebzeden,meyveden,zeytinyağından ve balıktan zengin diyetten yararlandılarsa da, diyet eki alanlarda ani ölümler çok daha azdı. Balığın kalbe faydalı olduğu yönünde çok sayıda bulgu var. Aritmiler Azaldı Som balığında,ton balığında,uskumruda,alabalıkta ve sardalyede omega-3 adıyla da bilinen yağ asitleri bulunuyor.Uzmanlar yağ asitlerinin koroner kalp hastalığından ölümlerin başlıca sebeplerinden olan aritmi epizotlarının,bu yağ asitleriyle azaldığını belirtiyorlar.
[More]
TROİD HASTALIĞI VE GUATR
Guatr, başlıca iki şekilde görülür: Yaygın büyüme ve yumrular şeklinde büyüme. Yaygın büyüyen guatrlar, genellikle iyod eksikliği sonucu oluşurlar. Bu durum, deniz seviyesinden uzak bölgelerde yaşayanlarda daha sık görülür.Yumru şeklinde büyüyenlerine ise Nodüler Guatr adı verilir. Bu yumrular, mercimek tanesinden zeytin tanesi hatta ceviz iriliğine kadar değişen boyutlarda olabilirler. Tiroid nodülü, tiroid bezimizde oluşan, beze gibi şişkinliğe verilen isimdir. Nodül, tek ya da birden fazla olabilir. Ergenlik sürecinde ve hamilelerde bezin büyümesi hastalık olarak kabul edilmez, bu büyüme tamamen normal kabul edilir.Gebeler tarafından kullanılmasında sakınca yoktur. Yani hamile kalındığında ilaç asla kesilmemelidir. Zorunluluk ve tesadüf üzerine Hegel’in ünlü deyişi: Ussal olan gerçektir ve gerçek olan ussaldır.Bu bağlamda tiroid nodülleri’nin teşhisini tesadüfe bırakıp risk almaktansa, düzenli aralıklarla, 25 yaşından itibaren her 5 yılda bir, tiroid ultrasonografisi yapılmasının uygun olacağını düşünüyorum. Bu işleme İnce İğne Biopsisi denir. Birden fazla olan durumlara Multinodüler Guatr denir.
Tiroid bezi, boynumuzun ön tarafında, hava yolumuzun hemen başlangıcında yaklaşık 20 gram ağırlığında, sağ ve sol, her biri ortalama 3 cm boyutlarında iki lopu olan bir bezdir. Vücudumuzda hormon salgılayan bezlerin en büyüğüdür. Başlıca işlevi tiroid hormonlarını kana salgılamaktır. T4 ve T3 adıyla salgıladığı bu hormonlar, yaşam fonksiyonlarımız için büyük önem taşırlar. Nodüller kesinlikle hafife alınmaz, tersine mercek altına alınır ve sıkıca izlenir.Nodül; su toplamış bir kist, iyi huylu bir tümör ya da en tehlikelisi bir kanser olabilir. Tek nodül, kanser adına daha fazla risk oluşturur. Bu nedenle usulüne uygun bir takip süreci başlatılır.Nodüller genelde çok büyümezler. Bu nedenle görsel ya da duysal bir yakınmaya da neden olmazlar. Büyük bir kısmı tesadüfen yakalanırlar. Bu durumda atılacak ilk adım, tiroid ultrasonografisidir. Eğer ultrasonografi ile nodül varlığı kanıtlanırsa ikinci adım, tiroid sintigrafisidir. Sintigrafi, ultrasonografi ile tanımlanan nodülün, soğuk ya da sıcak karakterini ortaya koyar. Sıcak nodüller, salgıladıkları aşırı tiroid hormonu nedeniyle hipertiroidiye neden olabilirler. Hipertiroidi; aşırı sinirlilik, çarpıntı, ellerde titreme ve zayıflama gibi karakteristik bulgulara yol açar. Kanser riskiSoğuk nodüller, %20 oranında kanser riski taşırlar. Şu hususu önemle vurgulamak isterim ki; burada sözünü ettiğim kanser değil, kanser riskidir. İşte bu risk nedeniyle nodülden parçalar alınır.Yeryüzünde 220 milyona yakın insanda tiroid hastalığı mevcuttur. Ülkemizde ise her 3 kişiden birinin tiroid hastası olduğu bildirilmektedir.GuatrGuatr, tiroid bezinin büyümesi demektir. Bu şekilde alınan örnek, patoloji laboratuarında incelenerek kesin tanı konur. Tanı, kanser ise mutlak ameliyatı gerekir. Bu ameliyat, Baş-Boyun Cerrahı tarafından gerçekleştirilir.Biopside kanser bulgusu vermeyen nodüller, sıkı takip ve tedaviye alınır. Bu tedaviyi Tiroid Hormonu vermek suretiyle yaparız.Takip, 6 aylık süreler ile yapılır. Tedaviye karşın nodüller büyüyor ise mutlak ameliyatları gerekir. Çok büyümüş, hava yollarına bası yapmış ve tedaviye yanıtsız çok nodüllü(multinodüler) guatrlar da ameliyat edilir. Çok nodül nedeniyle bu güne kadar ameliyat edilen hastaların hemen tamamında nodüllerin tekrar ortaya çıktığı görülmüştür. İşte bu nedenle günümüzde bu tür ameliyatlar, sadece nodüllerin çıkarılması ile değil, tüm tiroid bezinin alınması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Böyle bir ameliyat sonrası verilen tiroid hormonu yaşam boyu kullanılmalıdır.Tiroid ilacıTiroid ilacı, Thyroxin etken maddesini içerir. Piyasada Tefor, Levotiron, Euthyrox isimleriyle bulunur. Bu ilaçlar aç karına içilmelidir. Kalsiyum, demir ve asit giderici mide ilaçları ile birlikte kullanılmamalıdır. İlacın dozu, doktorunuz tarafından tayin edilir. İlaç, son derece düzenli kullanılmalıdır. Eğer bir gün atlanmışsa ertesi gün 2 doz alarak telafi edilmelidir.
[More]
SİYATİK NEDİR ?
Aslında siyatik, bel fıtığı’nın en önemli bir bulgusudur. Bunun içindir ki bazı istisnalar dışında biz, “siyatik olmadan bel fıtığı olmaz” deriz.Belimizdeki omurların sayısı 5 adettir. Asıl sorun, bu omurlarımız arasında yer alan sinir ve kas dokularımızın sıkışmasıdır.Siyatik sinir, vücudumuzun en uzun siniridir. Belimizden dizlerimize kadar tek dal halinde gelir ve burada iki dala ayrılarak, bacaklarımızın arkasından parmaklarımıza kadar ulaşır.Siyatik siniri, iki ayak üzerinde sağlam duruşumuz adına önemli bir işlev yüklenmiştir. Sinirin sıkışması bacak kaslarında zayıflamaya yol açar. Hasta bacakta incelme ve zayıflamaya neden olur.Neden?En sık ağır kaldırma, ters hareket ya da kazalar sonrasında görülür. Kalçadan uygulanan enjeksiyonların siyatik sinire denk gelmesi, ağrıdan çok, uyuşmaya ve bacak kaslarında zayıflamaya neden olur. Süreç içinde bacakta güçsüzlük ortaya çıkar.Ayakta kaldığında, uzun süre oturduğunda ağrı şiddetlenir. Yan yatmakla ağrı hafifler. Hapşırma ve ıkınma ile ağrı şiddetlenir.Kalçamızdan başlayarak bacağımızın arkasından topuğumuza kadar yayılan ağrıyı, siyatik ağrısı olarak tanımlarız. Günlük yaşantımızda, kısaca siyatik olarak dile getiririz. Siyatik ağrısı, ani olarak ya da yavaşça ortaya çıkar. Özellikle yürürken, yukarıya doğru uzanırken daha belirgin olur.Bacağın yukarı kaldırılması ile ağrı şiddetlenir. Ağrı ile birlikte ya da tek başına karıncalanma, hissizlik duyguları da olabilir. Bu tür yakınmalar, daha önemli sorunlara işaret edebileceğinden hafife alınmaz.Bel Fıtığı mı?Siyatik, özünde bir bel hastalığıdır. Bununla birlikte, bel’e ait hastalıkların ancak %1’inde şikayet olarak dile getirilir. Pek çok hastamızda hapşırma ya da ıkınma sonrası siyatik ağrısı geliştiğine tanık olmaktayız.Gebelik süresince büyüyen rahim, siyatik sinirine baskı yaparak ağrıya neden olabilir. Bebeğin ana rahmindeki pozisyonuna göre ağrı azalır ya da şiddetlenir. Bu durumlarda istirahat etmek gerekir.Gerekli önlemler alınırsa en fazla 6 hafta kadar sürer ve kendiliğinden geçer. Bel kaslarını güçlendiren egzersizler adına en iyisi yüzmektir.Bir komplikasyon gelişmediği sürece çoğu hasta en geç 6 hafta içinde normal yaşantısına geri döner. Siyatik nedenleri*Kireçlenme*Bel fıtığı*Travma* Enfeksiyon* Romatizma*Tümörler*Omurlarda şekil bozukluğu Ne yapmalı?*Tedbirsiz yük kaldırmayın*Belinizi zorlamayın*Sert yatakta uyuyun*Ani hareketlerden sakının*Ikınmayın*Dik dur, dik otur*Yüksek topuklu giymeDaha uzun süren ağrılar, ciddiyetle araştırılır. Altta yatan önemli nedenler dışlanır.Tedavi, ağrıyı oluşturan kesin neden ortaya konduktan sonra yapılır. Bu da tam ve sistemik bir muayeneyi gerektirir.Siyatiğin tedavisinde yatak istirahatı önemlidir. Ancak bu, çok uzun tutulmamalıdır. Ağır kaldırmamak, günlük bedensel aktiviteleri sınırlamak gerekir. Tedaviye yardımcı olarak tarafımızdan önerilecek kas gevşeticiler ve ağrı kesiciler kullanılır. İhtiyaç halinde Fizik Tedavi planlanır. Ayrıca uygun görülürse kaplıca ve masaj tedavileri de önerilir.His kaybı önemlidir Dikkat! Ağrı ile birlikte bacakta uyuşma ya da hissizlik son derece önemlidir. Hele bir de idrar kontrolünde sorun yaşanıyorsa, bu tür yakınmaların hiçbiri hafife alınmaz. Mutlak surette bir Beyin Cerrahı tarafından konsültasyonu gerekir. Siyatiğin en sık görülen nedeni omurlar arasında esnemeyi sağlayan ve disk adını verdiğimiz yastıkların yerinden oynamasıdır. Bu durum siyatik sinirin sıkışmasına yol açar.Ağır ya da hafif bir yük kaldırırken, beli zorlayan ani dönüşlerde benzer mekanizma ile siyatik siniri sıkışabilir. Gebelik ve siyatik Gebelik süresince büyüyen rahim, siyatik sinirine baskı yaparak ağrıya neden olabilir. Bebeğin ana rahmindeki pozisyonuna göre ağrı azalır ya da şiddetlenir. Bu durumlarda istirahat etmek gerekir.Bu tür ağrılar, en fazla 6 hafta kadar sürer ve kendiliğinden geçer.Hastalığın tanısı, doktorunuz tarafından yapılan muayene ile konur. Kesin ve ayırıcı tanı için kan, idrar analizleri ve MRG(Manyetik Rezonans Görüntüleme) istenebilir. Tedavi, nedene göre yapılır. Siyatik ağrısına neden olan faktör ortadan kaldırılır. Ayrıca kas gevşetici, ağrı kesici ilaçlar kullanılır. Ağrı hafifleyinceye kadar istirahat gerekir. İstirahat süresi abartılmamalı, bir an önce ayağa kalkmayı hedeflemelidir.İnatçı ağrılarda Fizik Tedavi Uzmanı tarafından önerilecek güçlendirme ve germe egzersizleri, iyileşme sürecine olumlu katkılarda bulunur.
[More]
MEME KANSERİ NEDEN OLUR ?
Kadınlar Kendilerini Nasıl Muayene Etmelidir?Erken teşhis için her kadının ayın belirli bir günü kendisini muayene etmesi gerekir. Her ay kendisini düzenli olarak kendisini muayene eden bir kadın, memesinde ortaya çıkan bir kitleyi çok daha erken fark eder. Kadınlara kendilerini muayene etmesini öğreten çeşitli kitap ve broşürler var. Fakat bu çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Meme, süt bezleri ve burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşur. Bu süt bezleri ve kanalları döşeyen hücrelerin, yukarıda tanımladığımız şekilde, kontrol dışı olarak çoğalmaları ve vücudun çeşitli yerlerine giderek çoğalmaya devam etmelerine meme kanseri denir. Meme Kanseri Risk Faktörleri Nedir? Bazı özellikleri taşıyan kadınlarda, meme kanserinin daha sık görüldüğünü biliyoruz. Bu özelliklere risk faktörleri diyoruz. Bu risk faktörlerini taşıyan kişilerin mutlaka meme kanserine yakalanacakları söylenemez. Sadece, bu faktörleri taşımayanlara göre, daha fazla meme kanserine yakalanma olasılıkları olduğunu biliyoruz. Bu faktörleri taşımayan kişiler de meme kanserine yakalanabilirler. Meme kanserine yakalanan kadınların yarısı, bu risk faktörlerini hiç taşımamaktadır. Bu nedenle, risk faktörlerinin taşımayan kişiler de olağan kontrollerini yaptırmalıdırlar. Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörleri kısaca şu şekilde sayabiliriz;Yaş: İleri yaş önemli bir risk faktörüdür. Yeni meme kanseri tanısı konan kadınların % 70'i, 50 yaş üzerindedir. Diğer bir deyimle, yaşı 50 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı, yaşı 50 yaşın altında olan kadınlardan 4 kat daha fazladır. Bu nedenle, 50 yaş üzerindeki her kadın, mutlaka yılda bir defa hekime baş vurarak muayene olmalı ve mamografi dediğimiz meme filmini çektirmelidir. Bu kadınlar daha sık ve dikkatli izlenmelidir. Bu şekilde sorunları olan kadınlar, meme kanseri genetik danışmanlığının yapıldığı kliniklere baş vurarak risklerini hesaplattırmaları gerekir. Eğer aile geçiş riski yüksek bulunursa, genetik testi yaptırmalıdırlar. Vakfımız polikliniğinde bu hizmet verilmektedir. Daha önce meme biopsisi yapılmış olması: Memede bir kitle nedeni ile biopsi yapılmış ve iyi huylu bir tümör saptanmış olabilir. Bazı kanser olmayan iyi huylu tümörlerin bulunması, kanser gelişme riskini değişik oranlarda artırabilmektedir. Bu, tümörün hücresel yapısına göre değişir.Meme muayenesini öğreten silikon meme kiti ve video filmleri bulunmaktadır. Vakfımızda meme muayenesi eğitimi, bu araçlar ile seminerler şeklinde verilmektedir.Muayene Sırasında Fark Edilebilecek Değişiklikler Nelerdir?Aşağıda değişiklikler fark edildiğinde, gecikmeden bir hekime baş vurulmalıdır:Memede iki haftadan uzun süre ele gelen sertlik veya kitle, Meme derisinde kalınlaşma, şişme, renk değişikliği, Meme başında kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması, Memede veya meme başında içeri doğru çekinti olması, Memenin şeklinde değişiklik, Meme başlarının pozisyonlarında değişiklik, Meme başında ortaya çıkan akıntı. Örneğin, yapılan bir biopside, çıkartılan kitlenin patolojik incelemesi sonucu atipik hiperplazi tanısı konmuş kadınlarda ( bu tamamen iyi huylu bir tümördür), meme kanseri gelişme oranı normal kadınlara göre daha fazladır. Fertil çağ süresi: Adet görmeye erken başlanması, menepoza geç girilmesi, fertil çağı uzatmaktadır. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonu etkisi altında kalmakta, meme kanseri gelişme riski artmaktadır. Erken menopoza giren kadınlarda hormon tedavisi yapılmıyor ise, meme kanseri riski önemli ölçüde azalmaktadır. Elli yaşından sonra adet görmeye devam eden kadınlarda, meme kanserine yakalanma riski az da olsa artmaktadır. Doğurganlık hikayesi: İlk çocuğu doğurma yaşı önemlidir. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre 2 kat fazladır. Hiç çocuk doğurmayan kadınlarda risk hafif yükselmektedir Sosyoekonomik seviyenin yüksekliği: Varlıklı, sosyoekonomik düzeyi yüksek olan kadınlarda, meme kanseri görülme oranı daha fazladır. Bu ailelerin kızları daha iyi beslendikleri için daha erken gelişmekte ve erken yaşta adet görmeye başlamaktadır. Ayrıca bu çocuklar büyüdükleri zaman eğitim ve iş nedeni ile daha geç evlenmekte ve daha geç çocuk sahibi olmaktadırlar. Bu nedenlere bağlı olarak fertil çağın erken başlaması, geç doğurma gibi nedenler sebep olarak sayılabilir. Ayrıca bunların dışında başka faktörler de rol almaktadır. Östrojen hormonu tedavisi görenler: Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi ( 10 yıldan fazla) gören kadınlarda, meme kanseri oranı artmaktadır. Fakat, hormon tedavisi almayan kadınlarda da, kalp hastalıklarında ve osteoporoz gibi sorunlarda artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, menopoz yakınmalarının azaltılması amacı ile, östrojen verilmesi önerilebilir fakat, mutlaka bir hekim kontrolu altında yapılmalıdır. Doğum kontrol hapı kullanılması: Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. On yıl önce doğum kontrol hapını bırakmış olan kadınlarda ise, bu risk tamamen ortadan kalkmaktadır. Alkol kullanılması: Fazla alkol alan kadınlarda, almayan kadınlara göre risk nispeten artmaktadır. Günde 3 bardak yüksek dereceli alkol içen bir kadının meme kanserine yakalanma riski, hiç içmeyen kadına göre 2 kat daha fazladır. Alkol alımının günde bir kadeh ile sınırlandırılması önerilmektedir. Sigara: Sigaranın kesin bir etkisi gösterilememiştir. Fakat, genel sağlığı etkilediğinden dolayı bırakılması önerilmektedir. Şişmanlık ve yağlı beslenme: Bazı çalışmalarda şişmanlığın, özellikle 50 yaş üzerindeki kadınlarda meme kanserine yakalanma riskini artırdığı gözlenmiştir. Özellikle, doymuş yağların fazla bulunduğu yağlı et gibi yemekler ve yağlı süt ürünlerinin fazla alınmasının bu riski artırdığı ileri sürülmüştür.Meme Kanseri Riski Azaltılabilir Mi?Egzersiz: Yoğun egzersiz ve jimnastik yapan kadınlarda meme kanseri riskinin azaldığı gözlenmiştir. Bu nedenle, tüm kadınlara önerilmektedir. Beslenme: Meme kanseri ile beslenmenin önemli ilişkisi vardır. Sebze ve meyveden zengin beslenme, ağır yağlı yiyeceklerden uzak durulması önerilmektedir. Günlük gıda alımına C vitamini, betakaroten gibi antioksidanların eklenmesinin koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Kısaca, şişmanlığın azaltılması, alkol alınıyorsa bırakılması. Hafif egzersiz yapılması(haftada 4 saat tempolu yürüyüş), Sebze ve meyvenin bol tüketilmesi, gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir. Meme Kanseri Önlenebilir Mi?Henüz meme kanserini kesin önleyen bir yöntem henüz yoktur. Kişisel meme kanseri hikayesi: Daha önce meme kanseri geçirmiş ve tedavi olmuş kadınlarda, diğer memede kansere gelişme olasılığı normal kadınlara göre 3-4 kat daha fazladır. Ailede meme kanseri hikayesi: Aile yakınları arasında meme kanserine yakalanmış kadınların, meme kanserine yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre daha fazladır. Örneğin, kız kardeşi veya annesi meme kanserine yakalanan bir kadının, meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlardan 2- 5 kat daha fazladır. Günümüzde bilinen tek yöntem, erken tanıdır. Erken tanı sayesinde, meme kanserinin getirdiği sorunlar büyük oranda çözülebilmektedir. Bu sayede hastalığın toplumda yaptığı hasar en aza indirilebilir, yaşam süresi ve kalitesi önemli ölçüde arttırılabilir.Erken teşhis için bilinen en iyi ve etkili çözüm, kadınların risk durumlarına göre belirlenmiş olan muayene ve tetkik protokollarının uygulamasıdır.Meme Kanseri Nasıl Erken Tespit Edilebilir?Meme kanserinde erken teşhis yöntemleri, hastanın taşıdığı risk faktörlerine göre değişmektedir. Bu risk faktörlerinin arasında en başta yaş gelmektedir. Daha genç yaşlarda ortaya çıkabilmesine rağmen, ilerleyen yaş gruplarında bu risk artmaktadır. Bu nedenle ilerleyen yaş gruplarında erken teşhis için alınması gereken önlemler, daha erken yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. Yirmi yaş üzerindeki kadınlar, her ayın belirli bir döneminde kendi kendilerini muayene etmelidirler. Bu muayene sırasında meme dokusunda farklılık olup olmadığı araştırılır. Eğer bir değişiklik tespit edilirse derhal bir hekime baş vurulmalıdır. Bir değişiklik saptanmasa bile, üç yılda bir kez hekim tarafından muayene edilmelidirler.Kırk yaşına gelen kadınların, kendi yaptıkları periyodik muayeneye ek olarak her yıl bir kez hekim tarafından muayene edilmeleri gereklidir. Ayrıca her yıl veya iki yıl ara ile mamografi çektirmeleri gereklidir.Elli yaşından sonra, kadınlar kendilerinin periyodik muayenelerine ve her yıl bir defa hekim muayenesine devam etmeli ve mamografi dediğimiz meme filmini her yıl çektirmelidir.Mamografi Nedir?Mamografi, düşük dozda çekilen bir meme röntgen filmidir. Memede, muayene ile saptanamayacak kadar küçük anormalliklerin tespit edilmesi amacı ile çekilir. Mamografinin gerçek değeri budur. Çünkü, bu sayede, hastalık muayene ile tespit edilebilecek safhadan önce saptanır. Bu nedenle kesin hayat kurtarıcıdır. Kırk yaşını geçen kadınlar her yıl veya iki yılda bir mamografi çektirmeli ve her yıl uzman bir hekime meme muayenesi olmalıdır. Elli yaşını geçen kadınlar ise her yıl mamografi çektirmeli ve hekime muayene olmalıdır.Mamografi Ne Zaman Çektirilir?Mamografi çekilirken meme, iki tabaka arasında birkaç saniye hafifçe sıkıştırılır. Bu nedenle memelerin en az hassas olduğu zamanda mamografi çekilmesi, özellikle memeleri hassas kadınlara önerilmektedir. Adet bitimini takip eden hafta, memelerin hassasiyetinin en az olduğu zamandır. Ayrıca adet bitimini takip eden hafta, hormonal nedenlerle memelerin şişliği en alt düzeydedir ve bu sırada daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Bu sebeplerden dolayı herhangi özel bir durum olmadıkça, mamografi çekiminin, adetin bitimini takip eden haftada yapılması önerilmektedir.Mamografi Çektirmeye Giderken Nelere Dikkat Etmeli?Mamografi çekilirken belden yukarısı çıplaktır. Bu nedenle çekime gelirken iki parça elbise giyilmesi önerilir. Bu sayede çekim sırasında belden üstü kolaylıkla çıkartılabilir. Filmi etkileyebileceğinden, koltuk altlarına deodorant, talk pudrası, losyon gibi şeyler sürülmemelidir.Memede Bir Kitle Tespit Edildiğinde Ne Yapılmalı?Memede bir kitle tespit edilince bunun kanser mi, yoksa başka bir hastalık mı olduğu araştırılmalıdır. Şunu önemle vurgulamak gerekir ki, memede saptanan her kitle kanser değildir. Bu nedenle, memede şüpheli bir kitle saptanınca, hemen korkup telaşlanmaya ve paniğe kapılmaya gerek yoktur. Memede bir kitle saptandığında, bir hekime başvurarak daha ileri tetkiklerin yapılması gereklidir.Meme Kanseri Nasıl Tedavi Edilir?Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. Bir çok tedavi olanakları ortaya çıkmıştır. Bu olanaklar, önemli ölçüde, hastalığın saptandığı safhaya göre değişir. Hastalık ne kadar erken safhada saptanırsa tedavi olanağı ve seçeneği o kadar fazla olmaktadır.Meme kanseri tedavisi, günümüzde, uzmanlardan oluşan ekiplerce yapılmaktadır. Böyle bir ekip içinde cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, patolog, psikolog, plastik cerrah, fizyoterapist gibi, tıbbın değişik dallarından bir araya gelmiş ve özellikle çalışma alanları meme kanseri üzerinde yoğunlaşmış hekimler bulunur.Meme Ameliyatları Nelerdir?Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması vardır. Bu uygulamalar temel olarak, memenin alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yönelik olanlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlara ek olarak da, alınan memenin yerine, plastik cerrahi teknikler ile yeniden meme rekonstrüksiyonu yapılması ameliyatları vardırKemoterapi Nedir?Kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir. Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir. Bu tedaviye adjuan kemoterapi denir.Dünyada her 3 dakikada 1 kadına, yeni meme kanseri tanısı konuyor.Türkiye’de Meme Kanseri Görülme Sıklığı Nedir?Türkiye' de sağlıklı bir istatistik bulunmuyor. Gerek beslenme, gerekse iklim açısından, ülkemiz şartlarına yakın sayabileceğimiz bir Akdeniz ülkesi olan İtalya istatistiklerini ülkemize uyguladığımızda, Türkiye' de her yıl 30 bin kadın meme kanserine yakalanmaktadır.Sayılar soyut kavramlar oldukları için fazla bir anlam taşımayabilir. Fakat bir an durup düşünürsek, yakın çevremizde, akraba ve dostlarımız arasında, bu sorun ile karşılaşmış birkaç tanıdığımızı, mutlaka anımsayacağız. Sorunun hiç de sandığımız kadar bizden uzak olmadığını, güç de olsa kabul etmeliyiz.Hormon Tedavisi Nedir?Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaç, tamoxifendir. Tamoxifen tedavisi, genellikle en az iki yıl ve en fazla beş yıl sürmektedir.Işın Tedavisi (Radyoterapi) Nedir?Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Bu tedavinin de, diğer tedaviler gibi bazı yan etkileri vardır. Bu tedaviyi gören kadınların çoğu halsizlikten yakınırlar. Memede şişme ve ağırlık hissi ortaya çıkabilir. Bu yan etki yaklaşık bir yılda kendiliğinden kaybolur. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Bu da yaklaşık bir yıl içinde azalır.Erkeklerde Meme Kanseri Görülür Mü?Kadınlara kıyasla daha az görülmekle birlikte, erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Her 100 meme kanserinden birisi erkeklerde görülür. 1993-1997 yılları arasında, erkeklerde görülen meme kanseri oranı % 50 artış göstermiştir. Bu nedenle erkeklerin de bu konuda duyarlı olmaları gereklidir.Dünyada Meme Kanseri Görülme Sıklığı Nedir?Meme kanseri bir çok ülkede, kadınların en korkulu sağlık sorunu olma özelliğini taşımaktadır. Günümüzde ABD' de, sekiz kadından birisi meme kanserine yakalanmaktadır. Bu oran Avrupa ülkelerinde on kadında birdir. Meme kanseri ile ilgili sayıları şu şekilde sıralayabiliriz;1950-1970 yılları arasında ABD' de, 1milyon kadın meme kanseri nedeni ile hayatını kaybetti. Bu sayı ABD'nin 2. Dünya savaşı, Kore ve Vietnam savaşlarında kaybettiği insan sayısından fazladır. 1998 yılında Avrupa'da 1 milyon kadın, meme kanserin nedeni ile tedavi görmektedir. 2000 yılında dünyada 1 milyon kadına, yeni meme kanseri tanısı konacaktır. Dünyada her 11 dakikada 1 kadın, meme kanseri nedeni ile hayatını kaybediyor. Dünyada Meme Kanseri Artış Gösteriyor Mu?Hastalığın diğer bir özelliği de, görülme sıklığının artıyor olmasıdır. Kırk yıl önce 1960 yıllarında, ABD' de yirmi kadından birisinde meme kanseri görülürken, günümüzde sekiz kadından birisinde meme kanseri görülmektedir. Hastalığın gösterdiği bu artış, tüm gelişmiş batı ülkelerinde izlenmektedir. Meme kanseri görülme oranı artış göstermekle birlikte, teknolojik gelişme ve erken tanı olanaklarının artmasına bağlı olarak, meme kanseri ölüm oranı aynı kalmıştır, artmamıştır.Meme Kanserinden Ölüm Oranı Yükseliyor Mu?Batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin çalışmaları ve hükümetlerin sağlık politikaları sonucu, meme kanseri ile ilgili toplum bilinci oldukça yüksek seviyede gelişmiştir. Bunun sonucu erken tanı olanakları yaygın olarak kullanıldığı için, meme kanserine bağlı ölüm oranı düşük kalmaktadır.Türkiye' de ise, bu konudaki toplum bilinci yeterince gelişmemiştir. Erken tanı olanakları yetersizdir. Bu olumsuzlukların sonucu, Türk kadını meme kanseri konusunda çağdaş erken tanı olanaklarından mahrum olduğu için, tanı çok geç konulmaktadır. Hastaların büyük bir çoğunda, ilk tanı sırasında çok geç kalındığı için,uygulanacak tedavi seçenekleri fazla olmamaktadır.Meme Kanseri Toplu Taraması Nasıl Yapılır?Mamografi, memenin röntgen filminin çekilerek, kanserin erken dönemde saptanmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntem ile, toplumda belirli bir yaşın üstündeki tüm kadınların meme filmi çekilerek, meme kanseri erken safhada yakalanmaya çalışılır. Bu şekilde toplumda meme kanseri taramasının yapılabildiği mamografiye, tarama mamografisi denir.Tarama mamografisi, dünyada en yaygın kullanılan meme kanseri erken tanı yöntemidir. Amerikan Kanser Enstitüsü, 40 yaş üzerindeki her kadının, yılda bir defa mamografi çektirmesini ve uzman bir hekim tarafından muayene edilmesini önermektedir. Türkiye'de gelişmiş teknolojik donanımlı mamografi merkezlerinin sayısı sınırlıdır. Bu aygıtların kalibrasyonu düzenli olarak yapılmamaktadır. Filmi çeken teknisyenlerin eğitim düzeyleri yeterli değildir. Bu filmi okuyup değerlendiren bir radyoloji uzmanın deneyimli olabilmesi için, yılda en az 8 bin mamografi filmini değerlendiriyor olması gereklidir. Türkiye'de tüm bu özellikleri taşıyan tanı merkezi sayısı oldukça azdır.Meme Protezi Nedir?Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmamış kadınlar, beden görümlerini korumak amacı ile protez meme kullanmaktadır. Batı ülkelerinde bu konuda eğitimli protez hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun protezin seçimine yardımcı olmaktadır. Bu hizmet, eğitim ve deneyim gerektirmektedir. Ülkemizde bu protezlerin satışı, sıradan satış elemanlarınca yapılmakta ve ülke alım gücünün çok üzerinde ücret istenmektedir. Uygun bir organizasyonla, bu sorun çözülebilir ve ücret üçte bire düşürülebilir. Bu sayede hizmet toplumun tüm kesimlerine yayılabilir.Meme Kanseri Tedavisini Kim Yapar?Meme kanserinin tedavisi, günümüzde multidisipliner bir yaklaşım gerektirmektedir. Hastanın ilk ameliyatını yapan cerrah, ilaç tedavisini uygulayan onkolog, ışın tedavisini uygulayan radyasyon onkoloğu, teşhisin konulmasında kilit rol alan patolog ve plastik cerrah mutlaka bir ekip çalışması içinde birlikte hastayı ele almalı ve hastanın tedavisini birlikte planlamalıdır. Bu hekimler meme kanseri konusunda yeterince bilgili ve uzmanlaşmış olmalıdır. Alınan memenin yerine, rekonstrüksiyon yapılarak hastaların bedensel kayıplarının en aza indirilmesi, çağdaş meme kanseri tedavisinin ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle plastik ve rekonstrüktif cerrahi, bu ekip içinde yerini almalıdır. Ameliyat sonrası erken dönemde kol ve omuz hareketlerinin kazanılmasında, geç dönemde kolun şişmesi şeklinde seyreden lenfödem tedavisinin yapılmasında, fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi çok büyüktür. Meme kanseri sadece hastayı değil, çevresindeki insanları da psikolojik olarak önemli ölçüde etkileyen bir sosyal bir sorundur. Böyle bir ekip içinde psikolojik desteği sağlayan psikoloğun bulunması, mutlaka gereklidir. Hastaların hemen tümü büyük bir bilgi açlığı içindedir. Özellikle beslenme konusunda kendileri yeterince bilgilendirilmemektedir. Ekip içinde bulunan bir diyet ve beslenme uzmanı, bu açığı kapatacaktır. Bu ekiplerin birlikte çalıştığı meme poliklinikleri, gelişmiş ülkelerin çoğunda vardır. Yapılan bilimsel araştırmalar, meme kanseri hastalarının, bu konuda uzmanlaşmış kliniklerde tedavi görmeleri ile, çok daha başarılı sonuçların alındığını göstermiştir.
[More]
HIV VİRÜSÜ NEDİR ?
İmmün sistem bu kodları gördüğünde virüsle savaşan hücrelerin üretimini etkiliyor.T lenfosit hücreleri denen bu hücrelerin üretiminin artması AIDS için olumlu bir sonuç olabilir.Merck&Co merkezinde yapılan AIDS aşısı deneyi detayları Harvard raporuyla beraber NATURE gazetesinde yayınlandı. Eylül ayında Merck&Co merkezi araştırmacıları ilk AIDS aşısı deneyindeki kendi yöntemlerini tartıştılar ve bu aşıları insanlarda test etmeye başladılarAraştırmacılar daha sonra T lenfositlerinin miktarını artırma yönünde çabaladılar. Hayvanlarda, S HIV adı verilen bu aşının öldürücü dozları uygulandı ve aşı hayvanları korudu. Harvard’da ortaya çıktığı söylenen ‘gene-escape’ diye bilinen sorunun da ortaya çıkmadığı bildirildi.“AIDS virüsü acımasız bir rakip ve onu mağlup etmek,kontrol altına almak hiç de kolay değil.”Standart AIDS ilaçları ile tedavi altında tutulan enfekte hastaların en az yarısında HIV virüsünün mutasyona (değişime) uğradığı zaten biliniyordu.Bu deneyde de araştırmacılar maymunlara yaptıkları aşılarla yine aynı sonucu gördüler. Bu aşının amacı aşıyla oluşturulan bağışıklık sistemi hücresinin HIV virüsünden etkilenmemesini sağlamaktı. Harvard’da yapılan bu araştırmada yine HIV virüsü mutasyona uğradı; fakat bu sonuç aşı yapılan 8 maymundan birinde görüldü.Dan H. Barouck farklı genetik stratejiler ile bir düzineden fazla deneysel aşı ürettiklerini ve bu aşıların bazılarının iki yıldan uzun süreli olarak başarılı olduğunu belirtiyor..Merck araştırmacıları hayvanlar üzerindeki çalışmalarında, maymunlardaki HIV virüsünü kullandılar. Bu yolla elde ettikleri en önemli sonucun SHIV geni elde etmek olduğunu belirttiler. Bu gen maymunların bağışıklık sis- temini, değişik çeşitlerde öldürücü T hücresi üretir hale getirmiş. Federal araştırmacılar S HIV nin kontrolünün zor olduğunu ve insanlarda nasıl bir performans göstereceğini bilemediklerini; çünkü insanlarda daha farklı olduğunu söylediler. Uluslararsı Kanser Enstitüsünden Jeffery Lifson, AIDS aşısı araştırmaları- nın yakın gelecekte hızla gelişeceğini belirtti.Bunun nedeni HIV virüsünün diğer virüslere oranla çok daha hızlı değişim göstermesi.Araştırmada kullanılan aşılar HIV virüsündeki proteinlerin genetik koduna yakın özellikte üretildi ve üretime devam ediliyor.Grip aşısından farklı olarak aids aşıları, giren virüsü nötrolize etme yeteneğine sahip değiller. Fakat 8 adet aşılı maymun farklı cevap verdi: 6 aylık deneme süresinden sonra moleküler çalışmalar gösterdi ki virüs maymundaki geni mutasyona uğrattı. 8 ay içinde virüs sayısı arttı, mutasyona uğramış virüs orijinal virüsün yerini almaya başladı, T cell hücrelerinin düzeyi düştü. Merck&Co’nun yöneticisi biyolog Emilio Emini, 500 gün çalıştıklarını ve gözlem yaptıklarını; ama ‘gene-escape’ görmediklerini açıkladı.Harward’lı araştırmacıların kullandığı bir başka teknik; S HIV‘i, virüse enjekte etmek yerine, DNA+ immün hücre büyümesi faktörüne enjekte etmekti. Bu tekniğe çıplak DNA aşısı deniliyor.Harward’da SHIV ile aşılanan 7 hayvan iki sene sağlıklı kaldılar.AIDS AŞISI İLE MAYMUNLARDA HASTALIĞIN ÖNÜNE GEÇİLEMEDİ Harward Üniversitesi AIDS araştırmacıları maymunlar üzerinde yaptıkları deneysel araştırma ve aşılama işlemlerinde HIV virüsü üzerinde değişikliklere neden oldular ve bu sonuca şuan belki de ölmek üzere olan bir deney hayvanı sayesinde ulaşıldı.Araştırmacılar konu hakkında bu sonucun AIDS aşısı için bir düş kırıklığı olduğunu fakat bütün bir çalışmanın sonu olamayacağı kanaatindeler.
[More]
UNUTKANLIK NEDEN OLUR ?
Ancak son zamanlarda yapılan çok disiplinli çalışmalar Alzheimer'in tipik bulgularının dışında ilerleyici konuşma bozukluğu ile karakterize olan bu bunama türüne dikkat çekmektedir. Henüz sınırlı sayıda olgular bildirilmesi, az görülüşünden değil yeterli çalışmalar yapılmayışındaR.Hani var ya...Şeyin müdürü! Sinsice ve gizliden bir seyir izleyen unutkanlık çoğu zaman masum kabul edilebilir ancak bazen de önemli bir rahatsızlığın habercisi olabilir"Hani o var ya Şeyin müdürü.. Uzun boylu,hay Allah! Söyleyiver canım adını birazdan hatırlarım"Neydi onun ismikapıyı açan.." İşte o'nu çağırmışlar" diye devam ederken büyük bir sevinç ve coşkuyla hatırlamış olmanın keyfini en yüksek tonla dile getiren bir serzeniş: "Çilingir yaa Çilingir işte!""Nasıldı o gece ama... Müthiş bir performans vardı... İşte o günün akşamı sen söyleyiver şubat mıydı nisan mı?.." Anımsatılırsa derin bir rahatlama ve söylemine devam arzusuya anımsatılmazsa? Giderek derinleşen bir mahcubiyet ve kaygıÖylesine sinsice, öylesine de gizliden bir seyir izleyen unutkanlık.Kaybolan kelimeDil, düşüncelerimizi şifreleyerek kodlar ve karşımızdakine aktarır.Kelime ve cümle dilin evrensel tasarımıdır.Dil, beynimizin bir taraflarına depolanmış değişmez cümle kalıplarının anımsanarak sese dönüştürülmesi değildir.Dil,insan zihnine yansıyıp düşünce olarak olgunlaşan somut gerçeğin kelimeler ve onların oluşturduğu zincir ile anlatılmasıdır.Kelimeler halka, zincir ise cümledir. Doğuştan ya da sonradan bir hastalık olmadan bu halkaların ya da zincirin ifade edilemediği durumlar elbette bozulmuş bir konuşma ile karşımıza çıkarlar. Çoğu zaman masum kabul edilir. Olabilir de... Hani anahtarı nereye koyduğunu unutmak gibisinden.Ama anahtarı bulunca "Bunu buraya kim koymuş?" deniyorsa burada durmak lazım. Uyanık ve dikkatli olmak gerek! Bunu bir demans işareti olarak kabul etmek ve süratle tedbirlerini almak gerek!Çalışmalar yetersizBugün üzerinde durmaya çalışacağımız bilinen klasik bunamanın tıbbi terminolojide kabul gören yepyeni bir türü: Dil esaslı bunama... Kısaca dil bunaması da denebilir.Daha düne kadar bunamanın en büyük nedeni olarak Alzheimer hastalığı gösterilmekteydi. Dilden gelen bu konuşma bozukluğuna tıbbi terminolojide afazi adı verilir. Bir başka deyişle uyanık, zihinsel bakımdan tam ve organ bakımından kusursuz bir kişide konuşma bozuksa buna afazi denir.Başlangıçta her zaman için değil ama zaman zaman nesnelerin ismini hatirlayamama sonucu zincir kopar.Kaybolan kelime bulunup yerine konmazsa kişi söylemek istediklerini ifade edemez.Bu yüzden hasta yukarıda betimlediğimiz kendini zorlayan sıkıntılı davranışlar göstermeye başlar.İlk iki yıl önemliBu yakınmalar en az iki yıldan beri devam ediyorsa önemli bir işaret olarak algılanmalıdır.Klasik bunama yada Alzheimer hastalarında görülen duygusal ilgisizlikler, yargıda bulunamama ve görsel algılama bozuklukları ilk iki yıl dil esaslı demansda görülmez.Basit matematik işlemlerini ve basit çizimleri yapamaz duruma gelebilirler.Doktorun tarif ettiği bir hareketi yerine getirmekte zorlanabilirler.İşte bu nedenlerden dolayı erken tanı ile uygun önlemlerin alınması büyük bir önem taşımaktadır Dil Esaslı Demans yada İlerleyici Konuşma Bozukluğu için...Konuşma merkeziDilin komuta merkezi beynimizin sol yarısına yerleşmiş bir sinir ağıdır. İnsanların % 96'sında durum böyledir. Hiçbir gramatik özellik göstermeyen işaret dili de beynimizin sol yarı küresi tarafından kontrol edilir. Bundan 2.5 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen homo habilis'in ilk insan dilini kullandığı tahmin edilmektedir.Nasıl tanı konur?Dil esaslı bunamalarda :Sözcük hatırlamada zorlanma,Konuşma biçiminde anormalleşme,Telaffuz hataları esas olarak doktora başvurma nedenleridir.Günlük olayları hatırlamakta ve mantıklı kararlar üretmekte bir sorunları yoktur.Yaratıcı sosyal faaliyetlerine sonuna kadar devam ederler. Resim, heykel, bahçe işleri gibi. Oysa Alzheimer hastaları bu faaliyetlere başından itibaren küskün ve ilgisiz kalırlar.Manyetik rezonans ve SPECT adı verilen görüntüleme yöntemleri ile organik hastalık nedenleri dışlanır.İlk iki yıl içinde Alzheimer bulgularının olmayışı önemli bir kriterdir.Nasıl tedavi edilirGünlük yaşam aktivitelerinde bozulma her hastada farklı olabileceğinden kişiye özel bir tedavi stratejisi oluşturulur.Bir konuşma terapisti tarafından değerlendirilerek özgün ve alternatif iletişim teknikleri sağlanır.(Kişisel bilgisayar kullanımı gibi)Alzheimer'dan farkı vurgulanıp aile ve çevrenin psikolojik ve sosyal desteği sağlanır.Bugün için tedavide etkili bir ilaç bulunamamıştır.Hastalığın iyi anlaşılması ve benzerlerinden ayırt edilmesiyle birlikte etkili ilaç arayışları da devam etmektedir.Bunama nedir?Öğrenme, yer-zaman tayini, hafıza, konuşma ve kişilik gibi zihinsel işlevlerin bozulmasıdır.Önemle bir kez daha vurgulamak gerekir ki, tüm bu durumlar günlük yaşam aktivitelerini kısıtlamaz. Yargı ve muhakemelerini olumsuz etkilemez. Kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir.Kişisel eşyalarını kaybetme, sık sık aynı soruları tekrar etme, yakın zamana ait olayları unutma erken ve bu hastalığa özgün yakınmalardır.Demans nedenleri* Alzheimer hastalığı* Enfeksiyon hastalıkları: AIDS, Tüberküloz, frengi* Damar hastalıkları: Beyin damarlarında tıkanma, hipertansiyon* Beyin hastalıkları:Beyin tümörleri, Parkinson, MS(Multiple skleroz)* Kafa travmaları* Tiroid bezinin az çalışması ile karakterize hipotiroidi* Alkol* Uyuşturucu ilaçlar* B12 vitamin eksikliği* Depresyon* ŞizofreniAncak gerekli önlemler alınmaz ve hastalık ilerlerse iki yıl sonra klasik bunamanın tüm bulguları tabloya hakim olabilir. İlerleyici olup günlük yaşam aktivitesini olumsuz bir sürece sokar.Dünyada her yıl 100 bin kişiden, 70-75'inde demans görüldüğü bildirilmektedir. Yaş artmasıyla birlikte görülme sıklığı da artar. 65 yaş üstünde % 15 görülmektedir. En sık görülen demans türü Alzheimer hastalığıdır.Başlangıçta kişi okuduklarını anlamada zorlanır. Giderek geçmişte olan olayları unutmaya başlar. Alışverişte almaso gerekenleri unutmaso ilk bulgulardan biri olabilir.Alzheimer hastalığıYavaş ilerleyen ve en sık görülen bir demans türüdür. En çok 40-85 yaşları arasında ortaya çıkar. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Ailesel geçiş ortalama % 3dolaylarındadır.
[More]
AĞIZ KURULUĞU VE NEDENLERİ NELERDİR ?
Sindirim ağızda başlarGıda olarak aldığımız tüm nişastalı maddelerin sindirimi öncelikle ağızda başlamaktadır. Bu da tükürük içindeki Pityalin adı verilen bir enzim ile gerçekleşmektedir. Sağlıklı bir insan günde ortalama 1000 mililitre kadar tükürük salgılamakta olup bu salgı ihtiyaç halinde günde 1500 mililitreye kadar çıkabilmektedir.Bakterilere karşı ilk savaşTükürük içinde var olan iyonlar (tiyosiyanat iyonları) bakterilerin içerisine girerek onları yok ederler.Enzimler ise (lizozom enzimleri) ağız içindeki bakterilere saldırıp onları yok ederken aynı zamanda ağız içinde kalan gıda artıklarını sindirip temizleyerek, bakterilerin lojistik gıda desteklerini keserler. Bir anlamda bakterileri açlığa mahkum ederek yok olmalarını sağlarlar.Yine tükürük içinde mevcut olup antikor adı verilen bazı proteinler de bakterilere saldırarak onları yok etmeyi hedefledikleri özel koruma görevlerini fedakarca yerine getirirler.Eğer yeterli tükürük salgısı olmazsa ağız içinde sık sık ülserler ortaya çıkar, bu ülserler iltihaplanır ve diş çürükleri oluşur.Tükürük bezlerinin salgılama kontrolü esas olarak beyin sapındadır. Sevdiğimiz gıdaları koklama yada tatmayla refleks olarak çoğalan tükürük salgısı yada sevmediğimiz gıdalara karşı azalan tükürük salgısı ile görünen yanıtlar burada yer alan iştah merkezimiz tarafından düzenlenir.Ayrıca mide ve bağırsaklarımızda oluşan tahriş edici hastalık durumlarında da tükürük salgısı çoğalarak bu sıkıntıyı gidermeye yönelik bir tepki örgütler ve aşağıya akarak "kaynayan asitin yaktığı ateşe" müdahalesini yapar. Ağız kuruluğu yaşayanlarda mide sorunlarının daha inatçı ve sık olmasının nedenlerinden biri de işte budur.Konuşma zorluğuKonuşma zorluğu, biyolojik sürece ya da ruhsal duruma mal edilip, ağız kuruması gözden kaçabilir. Bu da kişinin kendisini haksız yere sineye çekmesine neden olur. Bu nedenle konuşma zorlukları “Nüfus kağıdından o canım…” veya “Takma kafana kardeşim…” diyerek hafife alınmamalı, tükürük salgısında yetersizlik akla getirilmelidir.Ağız kuruluğunun bir diğer bulgusu, tat alma duygusunda bozulmadır. ” Yediklerim ve içtiklerimden eskisi kadar tat alamıyorum, ağzımın içi yangın yerine döndü” türünden serzenişler olur. Hatta bu keyifsizlik, iştahsızlık ile birlikte kilo kaybı ve zayıflamaya kadar götürebilir. İlginçtir; alt tarafı bir ağız kuruması, kilo kaybına kadar götürsün. Öyle ama gerçek!“Dilim yanıyor. Öyle böyle değil, bayağı acıyor. Görünmediğim uzman kalmadı, çaresi yok mu bunun?”. Bu şekilde dile getirilen dilde yanma duygusu, az ama yetersiz tükürük salgısına işaret edebilir. Bu nedenle “Dilde yanma”, ağız kuruluğu adına mutlaka hatırda tutulması gereken bir gerçektir. Aksi takdirde gereksiz ve uzun süren tedavilere mal olabilir.Pek çoğumuzun sorunu olmuş yada olmaya devam eden ağız kuruluğu. Hiç de hoş olmayan bir duygu durumuyla en olmadık zamanlarda ifade etmek istediklerimizi dile getiremeyiş, kimi zaman da dil sürçmeleriyle yaşanan bir gerginlik! Sürekli su içerek yada ağız çalkalayarak rahatlama çabalarıyla, ir anlamda mutsuzluk ve huzursuzluk koordinatları içerisinde kalmaya mahkum oluş!"Alt tarafı tükürük" işte deyip de geçiştirmemek gerek bu önemli salgıyı da, işlevini de.Başlıca her iki yanak içinde, çene altında ve dil altında bulunan tükürük bezleri tarafından sağlanan bu salgı ağız içi, dil ve yutak için ıslaklığı ve kayganlığı sağlarken aynı zamanda mikroorganizmalara karşı koruyucu-savaşçı bir görev yapmaktadır.Ağız içi, dil ve dudakların kuruması, açık-seçik olan ağız kurumasıdır. Görünen ve hissedilen bu kuruluk, bol su içerek telafi edilmeye çalışılır. Yani susama duygusu ve çok su içme ön plana çıkar. Açık-seçik olan bu kuruluğa dudak çatlamaları da iştirak eder. Bu durumda olan, dudaklarını sürekli ıslatmak ya da krem sürmek ihtiyacı duyar.Ağız kuruması halinde kullanılan ilaçların prospektüs bilgileri gözden geçirilmeli, doz ve değişimle ilgili olarak, doktora danışılmalıdır.Hafife almayınVe yine her derde deva olduğunu iddia ederek milyonları fetişe edebilme gücünü(!) elinde tutabilen yüzlerce ilacın ve "ben ilaç değilim,doğal ürünüm" diyen " doğalların" sebep olduğu ağız kuruluklarıHiçbiri de hafife alınacak cinsten değil!Hele sağlık,"sağlık olsun" diye geçiştirilecek basit bir olay hiç değilO halde uyanık ve tedbirli olmak gerek!Bunun için de "kendini bilmek" yadsınmayacak bir gerçek ise, tam ve sistemik bir kontrolden geçerek ilgili uzman hekimin tedavisi ve desteğini sağlamak izlenmesi gereken akıl yolu olmalıdırNe yapmalıyız?*Az ve sık arayla su için*Şekersiz sakız çiğneyin*Şeker kullanmayın*Sigarayı bırakın*Alkolden uzak durun Ağız kurutan ilaçlar*Tansiyon ilaçları*İdrar söktürücüler*Alerji ilaçları *Depresyon ilaçları. Ağız kurumasının önü alınmadığında bu, başta ağız içi hastalıklar olmak üzere pek çok hastalıkların davetçisi olur. Ağız içinde diş ve diş eti hastalıkları ortaya çıkar. Diş çürümeleri, diş eti iltihapları bunların başında gelir.Tükürük salgısı olmayınca yeterli beslenme olmaz, yetersiz beslenme ise hücre ve doku kayıplarına neden olur. Böylesine bir süreçte beden direnci düşer. Şeker hastalığında ağız kuruluğu, sık idrara çıkma ve bol su içme ile birliktedir. Vücut genel olarak kurudur. İhmal edilir ya da yüksek şeker kontrol altına alınamazsa zayıflamaya neden olur.Romatizma ve şekere dikkatBöylesine önemli işlevi olan bu salgının gereğince salgılanmadığı ya da hiç olmadığı durumlar; ya tükürük bezlerini de içine alan lokal rahatsızlıklar veya tüm sistemimizi etkileyen hastalık halleridir.Ağız boşluğuna ait nedenlerin başında tükürük bezlerinin çalışmalarını da olumsuz etkileyebilecek ağız içi enfeksiyonlar yada hastalıklar gelmektedir. Diş,diş eti enfeksiyonları, tükürük bezi enfeksiyonu,taş yada çok nadir olarak tümoral oluşumlar gibi.Sistemi etkileyen hastalıkların başında da Şeker Hastalığı gelmektedir.Ağız kuruluğu'nun yanırsa çok su içme, çok idrara çıkma ile karakterize olan bu hastalık kan ve idrarda şeker yüksekliğinin gösterilmesiyle kolayca tanınır.Şüpheli durumlarda ağızdan şeker yükleme testleri ve kanda insülin tayini ile teşhis konur.Ülkemizde romatizmal hastalıkların görülme sıklığı azımsanmayacak yüksekliktedir. Romatoid Artrit diye adlandırılan romatizmanın bir alt türünde (Sjögren sendromu) eklem ağrıları ile birlikte ağzı kuruluğu ve göz yaşı salgısının bulunmayışı karakteristik bir durumdur.Sinir sistemi hastalığı olan Parkinson hastalığında ağız kuruluğu kullanılan ilaçlarla birlikte dramatik bir durum yaratabilmektedir.Romatizma Müzmin romatizma hastalıklarından Romatoid Artrit’in bir çeşidi “Sjögren Sendromu” olarak bilinir. Bu hastalık, yalnızca tükrük bezlerini değil gözyaşı bezlerini de etkiler. Yani göz ve ağız kuruması birliktedir. Bu kuruluğa değişik şiddette kas ve eklem ağrıları iştirak eder.Böbrek ve karaciğer çalışması aksar. Bu ise vücudumuza zararlı ve atılması gereken pek çok maddenin atılamamasına, birikmesine neden olur. Kanda üre ve diğer zararlı maddelerin artışı başlar. Vücut direnci düşer ve pek çok hastalıklara karşı dayanaksız bir yapı oluşur. Ağız kuruması; başta şeker hastalığı olmak üzere Parkinson hastalığında, Romatoid Artrit’in bir türünde, enfeksiyon hastalıklarında, ateşli durumlarda, su kayıplarında, burun tıkanıklıklarında karşımıza çıkar. Hastalık, büyük oranda kadınları etkiler. Bu oran %90ları bulur. Kuruluk, kadınlarda cinsel organları da etkileyerek cinsel sorunlara yol açabilir. Tüm bu sorunların üstesinden gelmek için suni gözyaşı damlaları ve nemlendirici kremler kullanılır. Pek çok ilaç ağız kuruluğu yapabilir. Ağrı kesicilerden tansiyon ilaçlarına kadar.
[More]