Konjonktivit

Enfeksiyondan ötürü göz zarının şişmesi. Bu durumda göz doktoruna başvurun.

Tedavi

Göz doktorunuz antibiyotik bir göz damlası, yada bir merhem verecektir. Gözden akan yapışkanımsı sıvı, kaynatılıp ılındırılmış suyla hafifçe temizlenebilir. Bu temizleme sırasında çocuğunuzun gözlerini kapalı tutması ve her temizleme işlemi için yeni bir pamuk kullanılması gerekir. Bu hastalık süresince mikrobun yayılmaması için çocuğun ayrı havlular kullanmasına dikkat edilmelidir,duman ya da kirli havadan gözün rahatsız olması veyahut bir alerji söz konusudur. Ama çevredeki çocuklarda da aynı belirtiler görülüyorsa enfeksiyon sonucu virüse bağlı bir konjonktivit ihtimali üzerinde durulmalıdır.

Ne yapmalısınız?

Eğer yalnızca duman ya da havadaki bir maddeden kaynaklanan bir durum olduğundan eminseniz., çocuğu bu ortamdan uzaklaştırmak yeterlidir. Alerjik durumlarda da alerjiye neden olan maddenin (örneğin çiçek tozu) ortadan kaldırılmasıyla rahatsızlık geçebilir. Ama bu önlemler yeterli olmuyorsa göz doktoruna başvurun. Viral konjonktivit için bir tedavi gerekmez. Ancak, mikrobun yayılmaması için önlem alınmalıdır. Eğer kızarıklık bir haftadan fazla devam ederse ya da çocuğunuzun gözünde bir ağrı varsa, göz doktoruna başvurun.

Blepharitis

Göz kapakları kenarlarının enfeksiyonu. Göz kapaklarının pul pul olması sonucu görülen bu hastalığa daha çok saçında kepek olan çocuklarda rastlanır. Bu durumda bir göz doktoruna başvurmanız gerekir. Tedavi Doktorunuz büyük bir ihtimalle bir merhem verecektir. Çocuğunuzun saçlarındaki kepeğin giderilmesi için de özel bir şampuan kullanılması gerekir.

Arpacık

Göz kapağında, kirpik diplerinde çıkan arpacıklara çocuklarda çok rastlanır. Ne yapmalısınız Arpacık, genellikle özel bir bakım gerektirmeden bir hafta içinde geçer. Ya kendiliğinden patlayarak içindeki iltihap akar ya da kendi kendine kurur, iltihabı, kaynatıldıktan sonra soğutulmuş suya batırılmış temiz bir parça pamukla silmek gerekir. Her seferinde yeni ve temiz bir pamuk kullanılmalıdır. Eğer birkaç hafta içinde arpacık geçmiyorsa ve göz kızararak ağrı yapıyorsa ya da arpacık tekrarlanıyorsa, doktora başvurun.

Sarkık göz kapağı

Bazı çocuklarda üst göz kapağının sürekli sarkık görünüşü “ptosis” adıyla bilinen bir hastalıktır. Genellikle doğuştan olan bu durum, göz kapağı kaslarının yeterince güçlü olmayışından kaynaklanır. îleri yaşlarda ortaya çıkan “ptosis” de bir kas ya da sinir zayıflığından meydana gelir.

Tehlikeler

Göz kapağı görünüşü etkileyecek derecede sarkık ise tedavisi şarttır. Çünkü tembelleşen gözde ciddi görme bozukluklarına neden olabilir.

Tedavi

Çocuğunuzda göz kapağı sarkıklığı varsa, doktoru başvurun. Bu hastalık; gözlük, ya da kasları güçlendirmek amacıyla bir ameliyat yapılarak tedavi edilebilir. Gözün tembelleşmesi halinde, çocuğun sağlıklı gözü kapalı tutularak tembefgöz daha fazla çalıştırılmalıdır.

[More]

BEBEKLERDE KUSMA

Ne yapmalısınız?

Eğer sütünüz geç geliyorsa en iyi çare, rahatlamaktır. Beslenme zamanlarında rahat olmaya ve ilginizi başka bir yöne çekmeye dikkat edin. Gerekiyorsa ailenin diğer bireylerinden uzak bir odaya gidin ve dış dünya ile ilişkinizi kesin. Bu durumun aksine, başlangıçta sütünüz ani ve bol geliyorsa bebeği beslemeden önce sütünüzün birazını sağın. Gaz ya da susuzluk bu durumun nedeni olabilir.

Sütten kesilme

Doktorunuz bebeğe ne zaman ve nasıl katı yiyecekler vermeniz gerektiği hakkında gerekli bilgiyi verecektir. Yine de size yardımcı olacak birkaç esas üzerinde duralım.

• Üçüncü aydan önce sütten başka besin vermeyin.

• Günde bir kere, az miktarda (yaklaşık bir çay kaşığı) pirinç unu, tahıllardan hazırlanmış mamalar; meyve ya da sebze püresi vererek kati yiyecekler vermeye yavaşça başlayın.

• Başlangıçta verdiğiniz yemeklerin yumuşak ve yeterli derecede sulu olmasına dikkat edin.

• Zamanla tatları ve yapıları farklı yiyecekler verin.

Katı yemekler vermeye başlayınca, bebeğinizin sütünü azaltmayı unutmayın; aksi halde bebeğiniz aşırı kilolu olur.

Bazı yemekleri sevmemek çocuklar için doğaldır. Çocuk, verdiğiniz bir yemeğin tadını ya da yapısını beğenmeyebilir (Sütten kesilme, sağda).

Anne sütü ve mama İle beslenme

Günümüzde bütün doktorlar anne sütünün bebeği beslenmenin en iyi yolu olduğunda birleşiyorlar. Bebeğin ihtiyacı olan bütün besinler anne sütünde en uygun oranda ve en hazmı kolay şekilde vardır. Bunun yanı sıra, anne sütü ile beslenen bir bebek sütünden antikor adı verilen maddeler alır, bunlar da bebeği enfeksiyonlara karşı korur. İstemelerine rağmen süt veremeyen, ya da süt vermemesi gereken çok az kadın vardır. Süt vermenin başlangıçtaki zorluklarından, çoğunun üstesinden sabır ve kararlılıkla gelinebilir. Anne sütü ile beslenmenin genel bazı sorunları aşağıda gösterilmektedir. Acıyan göğüs uçları Göğüs uçlarının çevresindeki ciltte çatlaklar oluşur ve acı, beslenme boyunca sürerse, doktorunuza ya da ebenize başvurun.

Yeni annelerin çoğu meme vermenin ilk birkaç gününde acı duyarlar. Bu, genellikle özel bir bakım gerekmeksizın iyileşir ama rahatsızlığı azaltmak için birkaç öneride bulunabiliriz.

• Bebeğinizin normal şekilde emdiğinden emin olun.
• Göğüslerinizin aşırı dolmasını önleyin.
• Beslenme aralarında göğüs uçlarınızın mümkün olduğunca kuru olmasını sağlayın.
• Gerekirse yumuşak, lanolin özlü krem sürün.

Sütü artırmak

Annelerin çoğu, bebeklerinin ihtiyacı olduğu oranda süt üretirler.

Aşağıdaki kurallar sütünüzün bol olmasını sağlayacaktır.

• Besleyici bir diyet uygulayın. (Günde normalden 800 kalori fazlasına ihtiyacınız olabilir.)

• Aşırı yorgun olmamaya çalışın.

• Sizin ya da bebeğinizin her ihtiyacı olduğunda süt vermeyi dene

• Geçici olarak bebeğinizi besleyemiyorsanız sonradan normal beslemeyi sağlayabilmek için sütünüzü sağın.

• Özel bir neden olmadıkça bebeğinizi başka türlü beslemeyin.

Bu, göğüslerinizin süt üretmesini sağlayan uyarı sinyallerinin gelmesini önleyecek ve sütünüzü azaltacaktır.

Emzirmek

Bebeğinize süt verirken bütün göğüs ucunu ve çevresindeki renkli bölgeyi ağzının içine almasına dikkat edin, yoksa göğüs uçlarınız acıyabilir. Eğer göğüsleriniz aşırı dolu ise, emzirmek güçleşebilir. Aşağıdaki tavsiyelere uyun. Aşırı dolu göğüsler

Bu, sizin için rahatsızlık verici, emmeyi güçleştirdiğinden bebeğiniz için de sinir bozucu olabiür. Bu sorunu çözmek için bazı öneriler aşağıda sıralanmıştır.

• Bebeğinizi sık sık beslenmeye teşvik edin.

• Eğer emmek bebeğiniz için zor oluyorsa, her beslenmeden önce göğsünüzden biraz süt sağın.

• Göğüsleriniz fazla doluysa ve bebeğiniz beslenmeye hazır değilse, biraz süt sağın.

Mama ile beslenme

Anne sütü küçük bebekler için en iyi beslenme yoludur. Ama süt veremeyen ya da vermek istemeyen anneler için modern mamalar, tatmin edici bir alternatif oluşturmaktadır. Mama hazırlamak

Mamalar her zaman üzerlerinde yazılı olan tarife uyarak hazırlanmalıdır. Fazla mama özü katmak besinin tehlikeli derecede yoğun olmasını, az mama özü katmak ise, yeterli kilo almayı önler. Her zaman kaynatılmış süt kullanın. Besinleri önceden hazırlayıp hava geçirmeyen kaplara koyun ve buzdolabında veya soğuk bir yerde 24 saatten fazla bekletmeyin. Beslenme malzemelerini sterilize etmek

Mikroplar yeterince yıkanmamış biberon ve kaplarda kolaylıkla üredikleri için her beslenmeden sonra beslenme malzemelerini iyice yıkayın ve bir sonraki beslenmeden önce sterilize edin.

[More]

Hamileliğin ilk dönemlerinde bulantının son dönemlerinde ise mide yanmasının geçmesi amacıyla normalden fazla geğirilir.

Ne yapmalısınız?

Soğan, lahana, kurufasulye gibi gaz yapıcı yiyeceklerden kaçının; bunlar sorununuzu daha da artıracaktır. Yemek borusuna asitli suların sızmasına neden olan mide fıtığı ağrı yaptığında bu acıyı dindirmek için hava yutuyor olabilirsiniz. Mideden diafram açıklığına doğru bir çıkıntı yaparak uzaması sonucu oluşan bu rahatsızlığa özellikle kilolu kişilerde rastlanır. Doktora başvurun.

Tedavi

Eğer kilonuz fazlaysa, doktorunuz kilo vermenizi salık verecektir. Bu sorunun geçmesine yardımcı olur. Bu arada az ve sık öğünler halinde yemenizi, sigara ve içkiden kaçınmanızı öğütleyecektir. Çünkü, gerek sigara gerekse içki, mide ve sindirim sisteminizi olumsuz yönde etkiler. Mide yanması sorununuz varsa doktor antı-asit önerebilir. Alternatif olarak, sancıyı geçirmek için biraz ekmek yemeyi ya da bir bardak süt içmeyi deneyebilirsiniz. Yemeklerden sonra eğilmekten, sıkı kemer, ya da korse takmaktan kaçının. Geceleri yastığınızı 10 cm kadar yükseltmeniz sizi rahatlatacaktır. Yetersiz sindirim genellikle gazla sonuçlanır. Bu, özellikle hızlı yemek yemekten ve yemek sırasında hava yutuyor olmaktan kaynaklanır. Bu hava daha sonra gaz olarak çıkar.

Ne yapmalısınız?

Sindiriminizin düzelmesi için hızlı yemek yemekten vazgeçin ve özellikle ağır yemeklerden sonra yarım saat kadar dinlenin. Gaz sancısı gelirse eczanelerde satılan sindirim kolaylaştırıcı ilaçlardan alabilirsiniz. Eğer sancılarınız sıksa, doktora başvurun.

Derhal doktora başvurun Bu sorununuzun nedeni bağırsak tahrişi ya da kalınbağırsakların duvarlarında oluşan şişkinlikler olabilir. Ancak az da olsa bağırsak kanseri ihtimalinin ortadan kaldırılması gereklidir. Tedavi

Kesin bir teşhis koyabilmek için doktorun baryum ya da endoskopi testleri yapması gerekebilir. Uzun vadede kesin tedavi lifli yiyecek rejimini içerir. Doktor ayrıca sancı kesici ilaçlar da önerebilir.

[More]

Ağız kokusu

Bir başkası sizi uyarmadığı takdirde ağzınızın koktuğunu büyük bir olasılıkla bilemezsiniz. Ağız kokusunun nedenleri genel olarak aşağıdakilerden biridir:

Ağız yarası

Ağızda, dilde ya da diş etlerinde herhangi bir mikroplanma ya da yara, ağız kokusuna neden olabilir. Agzmızı antiseptik suyla yıkarsanız bu sorununuz iki üç gün içinde geçebilir. Devam ederse doktora danışın.

Dişlerin yeterli temizlenmemesi

Eğer dişlerinizi (ya da kullanıyorsanız, diş protezlerinizi) günde iki kere iyice fırçalamıyorsanız diş etlerinin arasında kalan yiyecek artıkları ağız kokusu yapabilir. Sarımsak, soğan ve alkol Bu tür yiyecekler kanda emilip, akciğerlerde serbest kalan uçucu maddeler içerirler ki, bu da ağız kokusuna neden olur. Alkol de aynı etkiyi yapar. Bu yiyecekleri yedikten 24 saat sonra ağız kokusunun geçmesi normaldir.

Sigara

Sigara her zaman ağız kokusuna neden olmaktadır.Ağız kokunuz geçmiyorsa doktora başvurun. Protezlerinizi geceleri özel bir temizleyici karışım içine bırakın.

Diş protezlerinin bakımı

Protezlerinizin kuruyup, deforme olmaması için, geceleri yatarken muhakkak içinde temizleyici bir madde bulunan bir bardak su içinde bırakın. Bu aynı zamanda diş etlerinizi de dinlendirecektir. Protezlerin her gün fırçalanması gereklidir. Dişçiniz protezlerinizi en iyi fırçalama yöntemini size gösterecektir. Ayrıca ağzınızdaki gerçek dişlerinizi de çok iyi fırçalamanız gereklidir. Yarım protezler sabah ilk takıldığında hafif bir rahatsızlık verebilir. Bu normaldir ve bir müddet sonra geçer. Protezlerin sağlıklı olarak kullanılma müddeti, 6 ayla 5 sene arasında değişir. Eğer dişleriniz tümüyle takmaysa 2 yılda “bir dişçinize görünmenizde fayda vardir. Eğer ağzınızda kendinize ait dişler de kalmışsa 6 ayda bir kontrole gitmeniz gereklidir.

[More]

Kalbimiz

Kalbimiz göğüs boşluğunda, akciğerlerin arasında, göğüs kemiğiyle kaburgaların muhafazası altındadır. Kalbin alt kısmı ise diyaframa dayanır.

Son derece kuvvetli, özel bir kas olan kalp, yaklaşık olarak her insanın kendi yumruğu büyüklüğündedir. Ortalama bir yetişkinin kalbi, 300 gram kadardır. Kalbin görevleri, yeterince kanı vücudun her yerine ulaşacak kadar basınçla pompalamak ve sürekli dolaşımını sağlamaktır. Kalp bir günde yaklaşık olarak 4 bin 730 litre kan pompalar.

Kalbimizin dört bölmesi vardır. Bu bölmelerden ikisi diğer organlardan gelen kanı içeri alır, öbür ikisi de dışarıya kan pompalar.

Kalp Odacıkları

Kalbimizde dört bölme bulunur. Kan bu bölmelerden dışarıya pompalandıkça, hafif bir ”güm güm” sesiyle kapakçıklar sımsıkı kapanır. Kalp sesi diye adlandırılan ses işte bu gümbürtüdür.

Toplardamarlar vücudun her bölgesinden topladıkları kanı kalbe getirir. Bu kan önce sağ kulakçığa girer, bir kapakçıktan geçerek sağ karıncığa ulaşır. Buradan, ikinci bir kapakçık yoluyla akciğer atardamarına, dolayısıyla da akciğerlere akar. Akciğerlerde kan yeniden oksijenlenecektir.

Akciğer toplardamarları aracılığıyla yeniden kalbe gelen kan önce sağ kulakçığa, sonra da üçüncü bir kapakçıktan geçerek sol karıncığa boşalır. Nihayet, yüksek basınçla dördüncü kapakçıktan dışarıya, vücudun ana atardamarı olan aorta pompalanır.

Kalp Ritmi

Yetişkin insanlarda kalp dakikada ortalama 60 ile 80 kere atar. Çocukların kalp ritmi daha hızlıdır. Buna karşılık sporcuların kalp ritmi bir hayli yavaştır, çünkü kondüsyonu yüksek bir vücutta kalp her atışta daha fazla kan pompalayabilmektedir.

Spor yaptığımızda kalp ritmimiz artarak, kaslarımıza daha bol kan gitmesini sağlar. Yemek sırasında ve yemekten hemen sonra da sindirim organlarımızın fazla kan ihtiyacını karşılayabilmek için kalp ritmi yükselir. Ayrıca, ateşimiz çıktığı zaman da, vücudumuzun ısı kaybedebilmesi için kalbimiz yüzeye doğru daha fazla kan pompalamaktadır.

Kalp ritmini ölçmenin en iyi yolu, bileğimizdeki kol atardamarında nabzı ölçmektir, ki parmağımızın ucunu diğer bileğimizin alt yüzünde, başparmağın hemen dibine yerleştirerek, nabzımızı kolayca sayabiliriz.

Kalbin İçi ve Dışı

Dışarıdan gelen kan, kalbin bölmelerinden ikisinde, yani kulakçıklarda toplanır. Oksijeni bol kanı getiren akciğer toplardamarlarıyla oksijeni azalmış kanı getiren veya kanı kalbe bağlayan girişler daima açıktır.

Kulakçıkların altında, kalbin pompa bölmeleri olan iki karıncık bulunur. Sürekli açılıp kapanan dört kapakçık kanın parmaklara ve oradan da atardamarlara akışını kontrol eder. Eğer kapakçıklardan biri sakatlanacak olursa, kanın bir bölümü geri akar ve bu da kalp hırıltısı denilen sesleri meydana getirir.

Bütün hücreler gibi, kalp hücrelerimizin de kana ihtiyacı vardır. Kalbin yüzeyinde uzanan kalp atardamarları hücrelere oksijen taşır. Kalp toplardamarları ise hücrelerdeki atık maddeleri boşaltır.

Kalbimiz Nasıl Atıyor

Kalp kasının hareketleri hız ayarlayıcısının kontrolü altındadır. Kalp kası dahilinde, uzmanlaşmış bir doku olan hız ayarlayıcısının faaliyetlerini elektrokardiyogramda (EKG) tespit edebiliriz. İnsanın kendi hız ayarlayıcısı vazife yapamaz hale gelecek olursa, suni bir hız ayarlayıcı da aynı fonksiyonu üstlenebilmektedir.

(1) Hız ayarlayıcısı kulakçıklarla karıncıklar arasındaki kapakçıkları açan kaslara bir sinyal gönderir. Karıncıklara kan dolar.
(2) Kulakçıklarla karıncıklar arasındaki kapakçıklar sertçe kapanır. (Bu sesi steteskop aracılığıyla duyabiliriz.) Bu arada kulakçıklara yeniden kan dolmaya başlamıştır.
(3) Hız ayarlayıcısı kalp duvarının kas dokusuna bir sinyal gönderir. Karıncıklar kasılır ve böylece aort ile akciğer atardamarına bağlanan kapakçıklar açılmış olur. Bu kasılma neticesinde kan pompalanır.
(4) Karıncıkları aorta ve akciğer atardamarına bağlayan iki kapakçık sertçe kapanır. (Steteskopla bu ses de duyulabilmektedir.) Karıncıklarımız gevşer. Kulakçıklarla karıncıklar arasındaki kapakçıklar hâlâ kapalıdır, ki kulakçığa da kan dolmaya başlar.

Bütün bu süreçlerden oluşan kalp atışı genellikle bir saniyeden az bir süre içinde tamamlanır. Artık kalbimiz yeni bir atışa hazırdır.

[More]

Beyin, sinir sisteminin en karmaşık parçasıdır. Kafatası kemikleri, menenjler ve beyin-omurilik sıvısı tarafından tamamen muhafaza altına alınmıştır. Karıncık adı verilen dört boşlukta toplanan beyin-omurilik sıvısı menenjler arasındaki boşluğa akar ve en sonunda yeniden kan dolaşımına karışır. Böylelikle sürekli yenilenmiş olur. Omurlar arasındaki diskler de, omuriliğin tepesinde yer alan beynimize amortisör vazifesi görürler.

Vücut ağırlığımızın yalnızca yüzde 2sini oluşturan beynimiz, toplam enerji üretimimizin yüzde yirmisini tüketmektedir. Bu enerjiyi kanın taşıdığı glikoz ve oksijenden alır. Kanımızdaki glikoz (kan şekeri) seviyesi düşerse, önce acıkır ve huzursuz oluruz. Seviye daha da alçalırsa beyin faaliyetini azaltır, biz de yarı baygın bir hale geliriz.

Oksijen daha da hayati önemdedir. Oksijensiz kalan beyin hücreleri en fazla beş dakika içinde ölür. Beynin bir bölümünde kan dolaşımı duracak olursa, o bölgede hayatiyet sonar erer. Mesela felç inmesi böyle bir durumdur.

Gayet karmaşık bir organ olan beyini daha kolay anlamak için üç kısma ayırabiliriz: Beyin sapı, beyincik ve asıl beyin.

Beyin sapı omuriliğin uzantısıdır. Beyin sapı içinde hayat merkezi diye adlandırılan özel nöron grupları nefes alıp verme, kalp ritmi ve kan basıncı gibi gayri iradi faaliyetleri yönetir.

Beyinciğin en önemli fonksiyonu fiziksel koordinasyonu sağlamaktır. Kaslarımızın hareketlerini yönetir, aynı anda yaptığımız çeşitli hareketlerin birbiriyle uyumlu olmasını sağlar, iç kulaktaki denge organlarından ve eklemlerle kaslardan sürekli bilgi alan beyincik dengemizi korumamızda önemli rol oynar.

Asıl Beyin

Beynin en büyük ve en karmaşık kısmına asıl beyin adı verilmektedir. Korpus kallosum da dahil olmak üzere çeşitli sinir lifi hatlarıyla birbirine bağlanan iki büyük yarım küresi vardır. Bu yarımküreler beyaz madde (miyelin kaplı sinir lifleri) ihtiva eden bir merkezle bunu çevreleyen ve beyin kabuğu adı verilen bir gri madde tabakasından oluşur. İradi hareketlerimizi başlatıp durdurmak beyin kabuğunun vazifesidir. Bilinçli olarak algıladığımız bütün vücut duyumları beyin kabuğuna gelir, öğrenme, değer biçme, yaratıcılık ve bazı hislerimiz de yine beyin kabuğunun sorumluluğu altındadır.

Beyin kabuğunun her bölümü başka bir işe yarar. Mesela her iki yarımküredeki “motor çizgi” iradi hareketleri kontrol eder. Sağ beyin kabuğu vücudun sol tarafının, sol beyin kabuğu ise sağ tarafının iradi hareketlerinden sorumludur. Sıcak, soğuk, basınç, ağrı veya acı gibi duyumlar da ters yandaki beyin kabuğu tarafından algılanır. Beyin kabuğunun başka bazı bölgeleri de görme, duyma, tat ve koku gibi duyumları alır. Mesela kafatasımızın arkasındaki görme merkezi gözlerimizden gelen mesajları almaktadır.

Çoğu insan beyninin sol yarısını daha çok kullanır. Solakların azınlıkta olması da bundan ileri gelmektedir. Sağ elini kullanan insanların çoğunda (ve solakların da bir bölümünde) konuşma, konuşulanı anlama, okuma, yazma ve mantık yürütme beynin sol yarımküresinin sorumluluğundadır. Sağ yarımküreyse daha çok müzikten anlama, sanat kabiliyeti, yaratıcılık ve duygular üzerinde rol oynar.

Uyuduğumuz zaman beyin kabuğunun tüm faaliyetleri yavaşlar. Beyin kabuğumuz hastalanacak ya da hasar görecek olursa sersemler, hatta bilincimizi kaybederiz. Bazı ilaçlar da benzer problemler doğurabilir.

Mesela felç inmesi durumunda olduğu gibi, beyin kabuğunun bir bölümünün hasar görmesi, o bölümün yönettiği fonksiyonun kaybına yolaçacaktır. Yani, sol yarımkürenin motor bölümünde bir damar tıkanması vücudumuzun sağ tarafının tamamen veya kısmen felç olmasına ve belki konuşma kabiliyetimizi de kaybetmemize sebep olabilir.

Buna karşılık bazen de beyindeki bir hasar sonucunda belli bir bölge tahriş olur ve nöronlar aşırı faaliyet göstermeye başlar. Bu durumda, o bölgenin kontrolü altındaki organlarda, denetlenemeyen, şiddetli hareketler başgösterebilir. Sara hastalığı böyle doğmaktadır.

Beynin derinliklerindeki bazı bölgelerin hafızadan sorumlu olduğu bilinmektedir, fakat hafızanın mekanizması henüz tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Fakat biri kısa vadeli, diğeri de uzun vadeli olmak üzere iki tür hafıza olduğu kesindir.

Hafızamızdaki bilgileri kullanabilmemiz nöron bağlantılarıyla mümkün olmaktadır. Bunu sağlayan çağrışım zincirleri tekrar tekrar kurulacak olursa, her an kullanılmaya hazır hale gelirler. Hafızanın kullanıldıkça geliştiği tahmin edilmektedir.

Sol Yarımküre Asıl Beyin

Karmaşık düşünceler, beynimizin en büyük parçası olan asıl beyinde gelişir.

Hipotalamus

Hipotalamus, vücudumuza direktif gönderen iki sistemi, sinir sistemi (elektrik) ile salgı sistemini (kimyevi) koordine eder.

Talamus

Talamus, beynimize gelen duyusal mesajları tasnif ve tevzi eden bir dağıtım merkezidir. Beyincik, motor sistemle birlikte çalışarak, hareketlerimizi koordine eder.

Beyin Sapı

Sindirim, solunum ve dolaşım sistemlerimizin kontrol merkezleri beyin sapında yer alır.

[More]

Bitkileri Toplama Zamanı
1. Bitkiler yer üstü kısımları bitki çicek açmadan evvel veya çicekte iken toplanmalıdır.
2. Çiçekler tamamen açılmadan evvel veya tomurcuk halinde.
3. Yaprakları toplanacak bitkiler, bitki çicek açmaya başladığı zaman.
4. Kökler (Toprak alt kısmının) Bitkinin toprak üstü dalları kuruduktan sonra.
5. Tohumlar olgunlaştıktan son­ra, bir kısmı ise henüz olgunlaşmadan toplanmalıdır.
6. Ağaç ve dal kabukları bitki yapraklarını dökdükten sonra veya ilk baharda bitkiye su yürümeye başladığında

Bitkileri Kurutma Zamanı

Çicek ve yapraklaları gölgede kurutulur.
Kökler ve sulu bitkiler güneşte kurutulur
Tibbi bitkilerin 1 yılın sonunda etkileri azaldığından her yıl taze olarak toplanıp kullanılmalıdır.
Alacağınız bitkinin taze olmasına bilhassa dikkat edilmelidir.

Bitkilerin Kullanma Biçimleri
1. Toz haline getirilen bitki, tohum , kabuk, yaprak su ile içilebildiği gibi hap haline getirilerek; kase içinde veya su ile karıştırılıp içilebilir.
2. Haşlama halinde, bitkiler ve yumuşak yapraklar ufalanmak sureti ile (toz halinde değil) ağaç kabukları, kök ve benzeri sert meyve ve tohumlar ufak parcalar haline getirilip kullanılır.
3. Kaynatma şeklinde, bazı ağaç kabukları, kökleri veva benzeri sert kısımlar kaynatılması belirtilmişse ufak parçalar haline getirilir. Tarif edilen şekillerde kaynatılıp kullanılır. Haşlama veya kaynatma şeklin­de kullanılacak droglar günlük taze olarak hazırlanmalıdır.
4. Kabuk – kök ve benzeri sert meyve veya tohumları toz haline getirilip kullanılabilir.
5. Bitkileri kullanırken tarif edi­len doza mutlaka riavet edilmeli yan etkisi ortaya çıktığında tedavi bırakılmalıdır. Dozuna riayet ederek kullanılan çok faydalı bir bitki dozuna riayet etmediğimiz takdirde bizim için zararlı neticeler meydana
getirebilir.
6. Kullanmak mecburiyetinde kaldığımız bu bitkilerin tarif edilen dozların üzerinde alındığında tehlikeli zehirlenmelere sebep olacağı ve hatta ölüme bile sebebiyet verebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
7. Bitkiler: Merhem haline getirmek sureti ile haricen kullanılırlar. Lapa halinde, tibbi yağ şeklinde, hülasa halinde, tentür şeklinde ve hap şeklinde kullanılırlar.
Hülasa; Bitkinin su, alkol veya eter gibi çözücüler içerisinde bekletilmesi neticesi elde edilen sıvının belli bir orana kadar kaynatılarak tüketilmesi ile elde edilir.
Tentür: Bitkinin yağ, su, alkol veya eter gibi çözücüler içerisinde bir müddet bekletilmesi ile elde edilen sıvıdır. Tentür alkol içerisinde 2-3 gün bekletmek su içerisinde ise 2-3 hafta beklet­mek sureti ile yapılır.
Hazırlanması: 1 ölçü bitki 5 ölçü alkol, su veya eter içerisine konur. Ağzı kapalı bir kavanoz veya şişeye doldurulur. 10 gün oda sıcaklığında ve karanlık bir yerde bekletilir. Sık sık çalkalanıp süzülür, Bu şekilde tentür elde edilmis olur.
Tıbbi yağ: Bitkinin saf zeytinyağı veya özel tarif edilen yağ içeri­sinde 15 gün kadar bir muddet bekletilmesi sureti ile elde edilir.
Lapa: Kulanılacak bitki taze veya kurutulmuş halde lapa yapımında kullanılır. Lapa hazırlarken su, un veya başka bitki kısımları da ilave edilebilir. Birinci defada ağrı geçmezse, 1 defa daha tatbik etmekte fayda vardır.
Hap: Bitki ya toz halinde ya da un, bal, leblebi tozu gibi şeylerle hap yapılır.

[More]

Saçımız

Saç teli, folikül adı verilen bir bezciğin altından büyür. Her folikül, duygularla yada soğuk gibi etkenlerle kasılan küçük bir kasa sahiptir. Bu kaslar kasıldığında saçlarımız dikilir. Yaygın deyişle tüylerimiz diken diken olur.

Foliküllerde aynı zamanda sebum adı verilen et yağı üreten salgı bezleri bulunur. Sebum, saç çubuğunu ve onu çevreleyen deriyi kayganlaştırır. Bulûğ çağında bu salgı bezleri çok fazla çalışarak, çok miktarda yağ üretir. Bu yağ, gözenekleri tıkayarak, sivilcelerin oluşmasına yolaçar. Saçın yoğunluğu, vücudun çeşitli kısımlarında farklılık gösterir. Bulûğ çağından sonra cinsiyet hormonları kadın ve erkek vücudunun farklı bölgelerinde saç ve tüy çıkmasına yol açar.

Kirpikler üç-dört ay içinde ölüp dökülürken, baştaki saçlar dökülüp, yerini yenisine bırakmadan önce üç-dört yıl yaşayabilir. Baştaki saçlar ayda 1.3 santimetre kadar uzar. Saçın yalnızca kök kısmı canlı olduğu için, saç kestirmek büyümeye engel teşkil etmez. Saçımızın rengi, pigment miktarı ve saç çubuğunda bulunan hava bölümlerinin sayısı ve boyutuna bağlıdır. Saçımızın rengi, kalınlığı, azami uzunluğu ve biçimi kalıtımla geçer. İnsan yaşlandıkça, saçtaki pigment miktarı azalır ve saç rengi önce gri, sonra da beyaz olur.

ımız

Saç teli, folikül adı verilen bir bezciğin altından büyür. Her folikül, duygularla yada soğuk gibi etkenlerle kasılan küçük bir kasa sahiptir. Bu kaslar kasıldığında saçlarımız dikilir. Yaygın deyişle tüylerimiz diken diken olur.

Foliküllerde aynı zamanda sebum adı verilen et yağı üreten salgı bezleri bulunur. Sebum, saç çubuğunu ve onu çevreleyen deriyi kayganlaştırır. Bulûğ çağında bu salgı bezleri çok fazla çalışarak, çok miktarda yağ üretir. Bu yağ, gözenekleri tıkayarak, sivilcelerin oluşmasına yolaçar. Saçın yoğunluğu, vücudun çeşitli kısımlarında farklılık gösterir. Bulûğ çağından sonra cinsiyet hormonları kadın ve erkek vücudunun farklı bölgelerinde saç ve tüy çıkmasına yol açar.

Kirpikler üç-dört ay içinde ölüp dökülürken, baştaki saçlar dökülüp, yerini yenisine bırakmadan önce üç-dört yıl yaşayabilir. Baştaki saçlar ayda 1.3 santimetre kadar uzar. Saçın yalnızca kök kısmı canlı olduğu için, saç kestirmek büyümeye engel teşkil etmez. Saçımızın rengi, pigment miktarı ve saç çubuğunda bulunan hava bölümlerinin sayısı ve boyutuna bağlıdır. Saçımızın rengi, kalınlığı, azami uzunluğu ve biçimi kalıtımla geçer. İnsan yaşlandıkça, saçtaki pigment miktarı azalır ve saç rengi önce gri, sonra da beyaz olur.

[More]

Beynimiz vücudumuzun dışından gelen bilgileri nasıl alır? Bu bilgiler, gözlerimiz, kulaklarımız ve diğer duyu organlarımız tarafından toplanmaktadır.

Bir duyu organı çok sayıda iki uçlu alıcı hücreye sahiptir. Bu hücrelerin dış ucu ışık süzmelerinden, ses dalgalarından, basınçtan, hatta bazen havada uçan gıda moleküllerinden bilgi toplar. Alıcı hücre, topladığı bu bilgileri elektrik sinyallerine dönüştürür.

Alıcı hücrenin iç ucundan, duyu sinirleri bu elektrik sinyallerini beynin özel bölgelerine taşırlar. Beynimiz, sinyalleri seslere, görüntülere, kokulara, basınçlara ya da acıya çevirir.

Burnumuz

Koku duygusu, ilkel hayat türlerinde milyonlarca yıl önce oluştu. Bazı böcekler karşı cinsin kokusunu kilometrelerce uzaktan alabilirler. Diğer hayvanlarla karşılaştırıldığında, insanın koku duyusu oldukça zayıf kalmaktadır.

Kokular, havada yüzen kimyevi parçacıklardır. Kokulara karşı hassas alıcı hücreler burun boşluklarının üst bölümlerinde ve genizde bulunur. Bu hücreler posta pulu büyüklüğünde bir alana yayılmıştır.

Koku hücreleri üzerinde sümükle kaplı küçük tüyler bulunur. Bu sümük tarafından emilen kokular koku hücresi çubuklarıyla temasa geçer. Koku hücresi çubukları genzin hemen üstünde bulunan koku tüpüne elektrik sinyalleri gönderir. Koku tüpü, bu sinyalleri beyin zarının belirli bir bölgesine iletir. Burada beynimiz kokuları birbirinden ayırır.

Beynin çeşitli kokularla uyarılması sinir sisteminden gelen otomatik tepkilerle gerçekleşir. Mesela güzel yiyecek kokuları sindirim sistemimizde salya ve sindirim sularının üretilmesine yol açabilir. Kötü kokular öğürme, hatta kusmaya yol açabilir. Koku duyumuz bizi duman ya da zehirli gazlara karşı uyarır. Kokuşmuş ve bozulmuş yiyeceklerin kokusunu önceden alarak, onları yememizi engeller.

Normal solunum esnasında havadaki kokunun küçük bir miktarı koku hücresi çubuklarına ulaşır. Eğer o kokuyu tanımlamak istersek, daha derin soluyarak koklarız. Dilimiz

Yiyeceklerdeki kimyevi maddelerin bir bölümü ağzımızdaki tükürükte erir. Dilimizin tat tomurcuklarındaki alıcı hücreler bu kimyevi maddelerle temasa geçince tat hissi meydana gelir.

Her tat tomurcuğu alıcı hücrelerden oluşan bir topaktır. Dilimizin ucunda, kökünde ve yumuşak damakta tat tomurcukları bulunur.

Genel olarak dört tür tat bulunduğu öne sürülmektedir. Acı, ekşi, tatlı ve tuzlu. Ancak bunların birçok tür ve karışımları olan ara tatlar da vardır. Dilimizin belirli bölümleri belirli tatları algılar. Dilin arka kısmı acıya, ön kısımları ise tatlıya duyarlıdır. İnsan yaşlandıkça tat tomurcuklarının sayısında, dolayısıyla tat duyusunda azalma meydana gelir. Bu azalma, yemek zevkinin de azalmasına yolaçar. Nitekim kimi yaşlıların genellikle iştahsız oldukları vakidir.

Duyu sinirleri tat tomurcuklarından beyine sinyaller taşırlar. Daha sonra bu sinyaller beyin tat merkezine iletilir. Tat dediğimiz şeyin büyük bir bölümü kokudur aslında. Bunu soğuk algınlığı nedeniyle burnumuz tıkandığı zaman anlayabilirsiniz. Bir arada çalışarak koku ve tat duyularımız binlerce değişik yiyeceği birbirinden ayırdetmemizi ve yemek yemeyi bir zevk haline getirmemizi sağlarlar.

Burnun Ve Dilin Diğer Görevleri

Duyu sistemimizin yanı sıra dilimiz ve burnumuz, vücudumuzdaki diğer sistemlere de hizmet ederler. Burnumuz, solunum sistemimize soluduğumuz havayı ısıtarak, temizleyerek ve nemlendirerek yardımcı olur. Dilimiz ise yiyecekleri ezip, ağız içinde sindirim suları ve salya ile karıştırarak, sindirim sisteminde de önemli bir görev üstlenir. Gerek burun, gerekse dil konuşmamıza yardımcı olurlar. Dilimiz sesimizi biçimlendirir. Genzimiz, başımızdaki birçok boşluk, boğaz, ağız, sinüsler, ses tellerimizin ürettiği yumuşak sesleri yükselterek, diğer insanların bizi duymasını sağlar.

BİR ALICI HÜCRE BEYNE NASIL HİZMET EDER?

Bir alıcı hücre bilgiyi todar ve beyinden geçen elektrik sinyallerine dönüştürür.

Kokuları ve Tatları Toplamak

Gerek tat ve gerekse koku algılayıcılarımız sıvı içinde erimiş kimyevi moleküllere tepki gösterir. Bu sıvı ağızda salya, burunda sümüktür.

Koklamak ve Tatmak

Koku alıcılarımız, kokulan sinyallere çevirerek, beyin korteksindeki koku merkezine yollar. Dilimizdeki tat alıcıları ise sinyalleri beynin tat merkezine iletir.

Koku merkezi

Güçlü kafatası kemikleri gözümüzü çevreler. Güçlü ve saydam kornea (saydam tabaka) gözbebeği ve göz merceğini korur. Gözkapağı ve kirpikler gözü yabancı maddelerden korur. Gözyaşı bezi sürekli nem sağlayarak, saydam tabakanın temiz kalmasını sağlar. Bu sıvı, gözyaşı kanallarından buruna boşalır.

Gözlerimiz

Tüm duyularımız arasında, görme duyusu en önemlisidir. Gözlerimiz, baktığımız her şeyle ilgili bilgileri beyine aktarır. Okuma yoluyla gözlerimiz, başka gözlerin ve beyinlerin bilgilerini de beynimize iletir. Bir varsayıma göre, bilgilerimizin 5te 4ü beynimize gözlerimiz aracılığıyla aktarılmaktadır.

insanlar genellikle gözleri fotoğraf makinesi ile karşılaştırır. Gerek göz, gerekse fotoğraf makinesi görüntüleri odaklayan merceklere sahiptir. Her ikisi de gerekli miktarda ışığın geçişini ayarlayan sistemdedir. Göz, beyine elektrik sinyalleri aracılığıyla sürekli bir görüntü akışı sağlar. Bu, tıpkı bir televizyon kamerasının evimizdeki alıcıya görüntü aktarması gibidir. Ancak, göz, herhangi bir TV kamerasından çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir.

Işık Huzmelerinden Edinilen Bilgi

Gözler, ışık huzmelerinden bilgi alır. Işık huzmeleri güneşten ya da çevremizdeki diğer ışık kavramlarından gelir ve objelerden yansır.

Işık huzmeleri objeler tarafından emilir ya da yansıtılır. Üzerine düşen ışık huzmelerinin tümünü emen cisimler siyah, tümünü yansıtan cisimler ise beyaz renkte görünür. Renkli cisimler ışık spektrumundaki belirli bölümleri emip, diğerlerini yansıtırlar. Bir şeye baktığımızda, o cisimden yansıyan ışık huzmeleri, gözümüzün saydam tabakası korneadan geçer. Daha sonra göz merceği ışığı retina üzerinde odaklar. Buradaki görüntü, aynadaki gibi ters ve başaşağıdır. Elektrik sinyalleri retinadaki görüntüyü beyine düzelmiş şekliyle iletir.

iris, kahverengi, mavi ya da başka bir renkte olabilir, gözbebeğini çevreler. Güçlü bir ışık altında gözbebeğinizi inceleyen bir göz doktoru, retina üzerindeki damarları görebilir. Göz merceği kornea ile arasındaki sıvı ile korunur. Merceğin arkasında göz berrak ve yoğun bir sıvıyla doludur.

Sağlıklı, genç bir insanda elastik göz merceğinin kasları, merceğin şeklini değiştirerek, farklı uzaklıklardaki cisimlerin görüntülerini retina üzerine net biçimde odaklama yeteneğine sahiptir. Ancak eğer retina göz merceğine çok yakın ya da çok uzaksa, cisimlerin görüntüleri retinada net olarak oluşmaz. Bir doktor gözlerinizi kontrol ettiği zaman, sonucu normal bir gözle kıyaslayabilecek rakamlarla açıklar. 20 — 40

Normal gözün görebilme uzaklığı

40 feet iken, sizin gözünüzün bu görüntüyü ancak 20 feet yakından görebildiği anlamında 20 — 20

Normal görüş anlamında 20 — 200 Körlük anlamında
Gözbebeğinin Işık Huzmelerini Kabulü

Renkli iris tabakasının ortasındaki gözbebeği, ışığı geçiren deliktir. Gözbebeği çevresinde bir spinter kası bulunur. Bu kas kasıldığında gözbebeği küçülür. Diğer kaslar, gözbebeğinden iris tabakasının çevresine uzanır. Bu kaslar kasıldığında gözbebeği büyür.

Eğer gözünüz görüntüleri netleyemiyorsa, göz merceğinizin gözlük ya da kontak lens gibi diğer merceklerle desteklenmesi gerekir. Astigmat hastalığı, göz merceğinin ya da korneanın şeklinin bozulmasından ötürü meydana gelir. Bu rahatsızlık da gözlük takılarak giderilebilir.

Retina tabakası, gözün iç kısmındadır. Retinanın içinde çubuklar ve koniler adı verilen alıcı hücreler bulunur. Bu hücrelerde ışığa duyarlı kimyasal maddeler vardır. Çubuklar, ki bir gözde yaklaşık 120 milyon tane bulunur, loş ışıkta siyah ve beyaz görüntülerin algılanması işini görürken, 7 milyon civarındaki koniler parlak ışıkta renklerin algılanması görevini üstlenirler.

Renk körlüğü, bu konilerin hasara uğraması ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Değişik renklere duyarlı koni türleri vardır ve bu sayede renk körleri bazı renkleri gördükleri halde, diğerlerini ayırdedemezler. Renk körlüğü kalıtımsaldır ve kadınlarda çok seyrek olarak rastlanır.

Yeni doğmuş bir bebek, uzaktaki cisimleri net olarak görebildiği halde, aylar boyunca yakın cisimleri net olarak göremez. Çocuklar genel olarak normal görüşe sahiptirler, fakat büyüdükçe normal görüşü kaybedebilirler.

Bazı yaşlılar gerek yakın, gerekse uzaktaki cisimleri net olarak göremezler ama, bu durum onların göz merceklerinin esnekliğini yitirmesinden ötürüdür. Bu durum çift mercekli gözlüklerle çözümlenebilir.

Küçük kaslar gözlerin hareketini kontrol eder. Beyin, bu kaslara emirler yollayarak, iki gözün de aynı yönde hareket etmesini sağlar. Eğer bu kasların güçlerinde dengesizlik meydana gelirse, şaşılık ya da şehlâlık gibi hastalıklar ortaya çıkar.

Göz sağlığı için iyi beslenme önemlidir. Yeterli miktarda A vitamini almayan insanlar gece karanlığında iyi göremezler. A vitamini havuç ve yapraklı bitkiler yenerek karşılanabilir.

Gözden Beyine İletilen Mesaj

Gözlerimizin algıladığı görüntü bilgisi, başımızın arka kısmındaki görüntü korteksinden geçer. Sağ ve sol gözümüz cisimleri farklı açılardan görür. Sol gözün sağ kısmından ve sağ gözün sağ kısmından gelen görüntü görteksin sağ kısmına düşer. Sol gözün aldığı görüntü optik kiyasmadan geçerek, bu görüntünün üstüne geçer.

Kulaklarımız

Kulaklarımız, duymayla ilgili yegâne organlarımızda ama, aynı zamanda vücudumuzun dengesini de sağlarlar. Çevrimizi kuşatan havadan ses dalgalarını toplarlar ve onları beynin duyabileceği elektrik sinyallerine dönüştürürler. Aynı zamanda, kulaklarımız, dik durmamıza yardımcı olurar.

Dış kulaklarımız ses dalgalarını toplayarak, kulak kanalına aktarır. Kulak kanalı, tüyler ve özel bezlerce üretilen kulak kiri sayesinde korunur. Bu tüyler ve kulak kiri, havadaki toz ve diğer zararlı maddelerin kulak zarına ulaşmasını engeller. Kulak zarı, kulak kanalının sonunda, ince bir deri parçasıdır.

Kulak zarının ardında orta kulak vardır. Üç küçük hassas kemik, bir zincir oluşturarak kulak zarına gelen ses titreşimlerini ortakulağa taşır. Şekillerinden ötürü bu kemikler» örs, çekiç ve üzengi adı verilmiştir. Üzenginin kökü iç kulağın girişinde, ince bir deri tabakası olan oval pencereyi kaplar. Oval pencere kulak zarından çok da ha küçük olduğu için, sesler orta kulaktan geçerken daha yoğunlaşır.

Orta kulak, 4 santim uzunluğunda östaki borusuyla boğaza bağlanır. Östaki borusu genellikle kapalıdır ama, yutkunduğumuz ya da esnediğimizde otomatikman açılır. Bu, kulak zarının dışında ve kulak içindeki hava basıncının dengede kalmasını sağlar.

İç Kulak: Duyma Organı

İç kulak, kafatasımızın iç bölgesinde, göz çukurunun hemen altındadır. Duymayı algılayan alıcı hücreler kulak salyangozunun içinde bulunur. Bu organ bir deniz minaresini andırır. Merkezi, bir kemik etrafında 2.5 kez dönen, içi sıvı dolu bir tüptür. Bu titreşimler salyangoz içindeki sıvıya sarkan küçük tüy görünümünde sinir uçlarını hareketlendirir. Bu sinir uçlarından her kulakta yaklaşık 25 bin tane vardır. Alıcı hücreler titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürür ve akustik sinir vasıtasıyla sinyaller beynin ilgili merkezine ulaştırılır.

Kulak: Denge Organı

Salyangozun yanıbaşmda bulunan organ dengemizi sağlamamıza yarar. Biri yere paralel, diğerleri yüze ve başın yan kısmına bakan üç yarım daire şeklinde kanaldan oluşur iç kulak. Bu kanallarda bulunan alıcı hücreler beynimize başımızın hareketleri ile ilgili bilgi iletir. Çok hızla döndüğümüz zaman, baş dönmesi dediğimiz durum meydana gelir, çünkü iç kulak kanallarında sıvı hâlâ dönmektedir. Diğer alıcı hücreler iç kulağın içinde ve yakınında bulunur. Eğilip büküldüğümüzde küçük kalsiyum kristalleri alıcı hücrelerin üzerine düşerler. Vücudumuzun durumu ve yerçekiminin gücü ile ilgili bilgileri beyine iletirler. Suyun altında gözlerimiz kapalı yüzerken bile aşağı ya da yukarı gibi yön algılarını kaybetmeyiz.

Başımızın Hareketini Nasıl Hissederiz?

Başımızın her iki yanındaki yarım daire şeklinde kanallar, başın hareketlerini beyine iletir. Sıvıyla dolu olan bu kanallarda, alıcı hücrelerden oluşan denge organları vardır. Başımızı eğdiğimizde, sıvı alıcı hücreler üzerindeki tüylere basınç yapar. Hücreler, basına elektrik sinyallerine çevirip, beyine yollar.

[More]

KOL VE BACAK AĞRILARI

Tekrarlayan uzun ağrılar, çocuklukta normaldir ve endişelenmeye gerek yoktur. (Balon büyüme ağrıları) Çocuğunuz ağrıyan uzvunu kullanamıyorsa, ağrı 24 saatten uzun sürüyorsa veya kendini halsiz hissediyorsa, doktora başvurun.

Hafif incinmeler dışında başka bir belirti yoksa; bu ağrılar genellikle oyun sırasında sık sık olan çarpma veya düşme sonucu görülen ağrılardır, özel bir tedaviye gerek yoktur. Çocuğunuz ağrıyan organını kullanmıyorsa, ağrı 24 saatten uzun sürüyorsa veya kendini halsiz hissediyorsa, doktora başvurun.
Kol

Kırık çıkıklarda gerekli ilkyardım Çocuğunuz ağrıyan uzvunu kullanmakta güçlük çekiyorsa veya uzvun normal pozisyonunda bir anormallik dikkati çekiyorsa, kemik kırılması veya çıkma olabilir.

Genel bilgiler

— Kemiği veya eklemi yerine yerleştirmek için hiçbir şey yapmayın, bu müdahaleyi yalnızca doktor yapmalıdır.

— Tıbbi müdahaleyi beklerken çocuğu sıcak tutmaya çalışın ve olabildiğince sakin davranın.

— Yiyecek veya içecek hiçbir şey vermeyin, kemiğin tedavisi için genel bir anestezi gerekebilir.

— Hemen tıbbi yardım sağlanabilmişse, çocuğu yerinden oynatmak için hiçbir şey yapmayın.

— Tıbbi yardımın sağlanması zaman alacaksa veya çocuğu yerinden oynatmak gerekiyorsa, aşağıda tarif edilen bandajlar yardımıyla en rahat pozisyonu sağlayarak yerinden kaldırın.

İlk yardım uygulandıktan sonra tıbbi yardım sağlamaya çalışın veya çocuk ayağa kalkabiliyor ve vürüyebiliyorsa (kol kırılmalarında olduğu gibi) en yakın hastaneye götürülmelidir.
Yaralı kolu, göğüs hizasına dikkatlice yerleştirin (göğüs ve kol arasına bir havlu koyabilirsiniz). Boyun çevresinden başka bir havluya bağlayarak, kolun rahatça tasınabilmesini sağlayın .Gerekiyorsa, bandaj kullanarak kolun vücuttan uzaklaşmasını önleyin. Sargı yapıldığı takdirde kol daha emniyetli olur. Omuz, köprücük kemiği, dirsek veya kol, çocuğun en rahat olduğu pozisyonda, askıya alınır.

Sargılar

Sargı, yaralanan uzvun hareket etmesini enseleyerek daha fazla zarar görmesini engeller ve ağrıyı dindirir. Bu sargılar sıkı bir destek şeklinde olmalıdır. Acil durumlarda, rulo yapılmış gazete gibi çevrede sıkça rastlanan herhangi bir şey yardımıyla sargı yapabilirsiniz. Sargıyı daima yaradan uzakta iki ayrı noktadan bağlayarak sağlamlaştırın. Bu müdahale için geniş kumaş parçalarını veya bandajları tercih etmek gerekir (tel veya benzeri şeyler kulanılmamalıdır.) Sargının çok fazla sıkı olmaması gerekir. (Parmağınızın gireceği kadar boşluk bırakmalısınız.)

Sargı tekniği:

Her evde bulunabilen gazete kâğıdı, acil durumlarda sargı yapmakta kullanılabilir. İki ayrı tahtadan bağlayarak sargıyı sağlamlaştırın. Ve fazla sıkı olmamasına dikkat edin. Bacak için yapacağınız sargıda, iki bacak arasına yumuşak bir şey sıkıştırarak sargıyı sağlamlaşurabilirsiniz.

Bacak

Yaralı bacağı sağlam olana bağlamak yoluyla emniyete alın. İki bacak arasına yumuşak bir şey yerleştirebilirsiniz

Diz

Eklem yerini çocuğun en rahat olduğu pozisyonda sağlamlaştırmak gerekir. Diz bükülmüş durumdaysa, sargı, bu durum hiç bozulmadan yapılmalıdır. Diz bükülemiyorsa, bacağı alttan tahta veya benzeri bir şeyle destekleyin. Bacak ve tahta arasına da yumuşak bir havlu koyun.

[More]

Kanımızda Neler Var?

Kanımız, her birinin kendine has bir vazifesi olan alyuvarlar, akyuvarlar, trombositler ve plazmadan oluşur. Alyuvarlar vücut hücrelerimize oksijen taşır. Akyuvarlar (bir sonraki safyada göreceğiniz gibi), hastalıklarla mücadele eder. Trombositler, damardan kan sızıntısını önlemekte rol oynar.

Yüzde 90 nisbetinde sudan oluşan plazma, kanımızın sıvı bölümüdür. Plazma al ve akyuvarları, trombositleri, besin maddelerini ve hormonları taşır, ısıyı dağıtır. Ayrıca hücrelerimizin içinde ve etrafında ihtiyaç duyulan sıvıyı da plazma temin eder.

Olgun bir alyuvarın hücre çekirdeği yoktur, yani hücre bölünmesi yoluyla üreyemez. Bu yüzden, kemik iliğimiz sürekli olarak yeni alyuvarlar imal etmekle meşguldür. Yetişkin bir erkeğin kanında yaklaşık 3 trilyon alyuvar vardır. Ortalama dört ay yaşayan alyuvarlar yıprandıklarında büyük çoğunluğu dalakta olmak üzere vücut tarafından parçalanırlar.

Alyuvarlar incecik kılcal damarlardan bile süzülecek esnekliktedir. Oksijen molekülleri alyuvarın taşıdığı hemoglobin adı verilen bir maddeye bağlanır. Hemoglobinin ana malzemesi demirdir. Kılcal damarlara ulaşan alyuvar, taşıdığı oksijeni civar dokulara verir.

Normalde, alyuvarlar kan hacmimizin yaklaşık yüzde 45′ini oluşturmaktadır. Kansızlık hastalığı çeken kişilerde ise yeterli miktarda sıhhatli alyuvar yok demektir. Getir-Götür işleri

Kan plazmamız ve alyuvarlarımız kılcal damarlardan civar dokulara lüzumlu malzemeyi taşır ve buralardaki atık maddeleri toplarlar. Kılcal damarlar o kadar incedir ki, 10 tanesi bir araya gelse, kalınlıkları ancak bir saç teli kadar olur

Trombositler kemik ilimiğimizdeki büyük hücrelerin ufalanmasıyla oluşmuş minik parçacıklardır. Ortalama ömrü dört gün olan trombositlerin vazifesi birbirlerine yapışıp pıhtılaşma oluşturarak, kan kaybını önlemektir. Eğer kanda yeterince trombosit yoksa, pıhtılaşma gerçekleşmez, bu yüzden de en ufak kesik bile büyük bir tehlike arzedebilir.

Sızıntının Kapanması

(1) Elimize batan bir iğne, bir kan damarına rastlayabilir. Damardan derimizin içine kan akar.
(2) Kandaki küçük trombositler yarayı kapatmak için olay yerine hücum eder.
(3) Trombositler yapışkan iplikler halinde bir maddenin teşekkül etmesini sağlar. Bu iplikler kanı pıhtılaştırıp, kanamayı durduran bir ağ oluşturur.
(4) Yaranın üzeri yeniden sıhhatli deri hücreleriyle örtülür. Hemofili hastalarında kan pıhtılaşması çok güç olmaktadır.

Mor Bir Leke

Kolumuzu veya bacağımızı sert bir cisme çarpıp, berelediğimizde, cildimizde mor bir leke ortaya çıkar. Bu durumda, cilt yüzeyimizin altında, çatlayan kan damarlarından kan sızmaktadır.

Akyuvarlarımız

Akyuvar hücreleri alyuvarların iki katı büyüklüğüne ulaşabilmektedir. Kanımızdaki her bir akyuvara karşılık 500 ilâ 1000 alyuvar vardır.

Akyuvarlar hem kemik iliğinde, hem de lenf şebekemizde imal olunur. Damar duvarlarından kolaylıkla süzülerek içeri ve dışarı geçebilen akyuvarlar zor durumdaki dokuların yardımına koşar.

Vücuda hastalık yapan organizmalar (virüs veya bakteriler) girdiği zaman, vücut hastalıkla mücadele etmek için otomatik olarak akyuvar üretimini hızlandırır. Üretilen bu akyuvarların büyük bölümü çöpçü hücrelerdir. Çöpçü hücreler bakterileri, artık maddeleri ve ölü hücreleri yiyerek sıhhatimizi kazanmamıza yardımcı olur.

Akyuvar üretiminin kontrolsüz biçimde artmasına kan kanseri adı verilmektedir. Olgunlaşamayan bu faydasız akyuvarlar bir süre sonra o kadar kalabalıklaşır ki, kanda sıhhatli al ve akyuvarlara yer kalmaz. Bütün akyuvarlar, alyuvarlardan daha büyüktür. Bu akyuvarda bileşik hücre çekirdeği görülüyor.

[More]

ZİHİN BULANIKLIĞI

Zihinsel bulanıklığı olan çocuklar saçma sapan konuşurlar, dalgın ve huzursuzdurlar. Olmayan şeyleri görüp işittiklerini sanırlar. Bu belirtiler üzerinde önemle durulması ve doktora başvurulmasını gerektirir.

Daha önce iyi olan bir çocuk başından aldığı bir darbe sonunda dalgınlaşma bunun nedeni yavaş yavaş oluşan bir iç beyin kanamasının beyin içi basıncını artırması olabilir.
Menenjit

Tedavi

Çocuğunuz, beyninde ya da kafatasındaki tahribatın yeri ve yoğunluğunun anlaşılması için hastaneye kaldırılır. Orada kendisine kafatası röntgeni ve BBT testleri yapılacaktır. Ameliyat gerekebilir.

BBT BBT (Bilgisayarlı beyin tomografisi) teşhise geniş çapta yardımcı olabilen ve acı vermeyen bir işlemdir. Klasik röntgen metotlarına, benzemeyen BBT sayesinde, kan pıhtıları ve tümörler gibi yumuşak dokular da görülür. Bu işlem, vücudun etrafında dolaştırılan ve yüzlerce röntgen ışmı yayınlayan kamera aracılığıyla gerçekleştirilir. “Elde edilen veriler bir bilgisayar aracılığıyla incelenir ve alanın seri resimleri alınarak incelenir.

Baş BBT’si BBT ‘yi yaptırmak için çocuk başı makinanın içinde olarak bir masaya yatırılır. Resimlerin bulanık çıkması için kendisinden kıpırdamaması istenir.

Virüs veya bakteriyal bir enfeksiyonun neden olduğu beyin zarı iltihaplanmasıdır.

Tedavisi

Kesin bir teşhis konulabilmesi için çocuğunuz, büyük bir olasılıkla omurilik sıvısından örnek alınması için bir hastaneye kaldırılacaktır. Serum ve bakteriyal enfeksiyon için antibiyotik verilecektir.

Göz seviyesinde BBT

Kafanın üstü yukarıda kalacak şekilde yapılır. Beyaz kısımlar kemik, gri kısımlar doku ve siyah kısımlar hava boşluğudur.

Başın üst kesitine uygulanan BBT

Solda başm üst kesitinden alınan BBT’de hastanın durumu görünüyor. Ortadaki gri kısım beyindir.

Doktor çocuğunuzun kulaklarına özel bir itina göstererek muayene edecek ve sizden genel gelişmesini öğrenecektir. Çocuğunuzun geç konuşmasının belirli bir sebebi bulunamazsa, doktor çocuğun kendiliğinden konuşmaya başlamasını beklemenizi, bu arada büyüklerin ve çocukların konuşmalarını bol bol dinlemesi imkanını yaratmanızı isteyecektir. Sağırlıktan şüphelenirse, diğer işitme testlerinin yapılabilmesi için çocuğunuzu bir uzmana gönderir. iyi anlaşılmayan konuşmalar sağırlık belirtisi olabilir. Doktora başvurun. Tedavi

Doktor bir ön işitme testi uygulayacak ve çocuğunuzun kulaklarını muayene edecektir, Sağırlıktan şüphe ederse diğer test ve tedavilerin yapılabilmesi için çocuğunuzu bir uzmana gönderir.

Kelimeleri telaffuz ederken bir zorluk çekmiyorsa, konuşmak istemeyişinin sebebi konuşma mekanizmasındaki bir bozukluk veya sağırlık olamaz. Uzman bir doktora danışın.

Küçük çocukların çoğu konuşmada bir çekinme dönemi geçirirler. Bunun nedeni; heyecanlandıkları zaman beyinlerinin konuşabildiklerinden daha hızlı çalışmasıdır. Normal bir durum olup, hemen hemen her çocuk bu devreyi geçirir.

Ne yapmalısınız?

Kelimelerin sonunu onun yerine getirerek ona yardımcı olmaya çalışmayın. Bu kekemeliğine dikkat çekmek olur ve kekeleme süresini uzatabilir.

Küçükken geç konuşma özelliği gösteren çocuklarda büyüme yıllarında kekeleme görülebilir. Bu durum endişe duygusu ve heyecanlanma halinde daha da kötüleşır. Doktora başvurun.

Tedavi

Doktor çocuğunuzu tedaviye alabilir. Küçük yaşta tedavi gören çocuklar genellikle bu güçlüklerini yenerler.

[More]

KULAK ÇINLAMASI

Kulağınızda zaman zaman vızıldamalar olur. Fısıltı gibi sesler işitilmesi, kulak hastalıklarının bir belirtisi olabilir.

Barotravma adı verilen durumda orta ve dış kulak arasındaki basınç dengesi bozulur. Özellikle yolculuk sırasında soğuk algınlığı veya burun tıkanması varsa, sorunun nedeni bu olabilir.

Ne yapmalısınız?

Burun deliklerinizi elinizle tıkayarak burnunuzdan hava vermeye çalışın. Bu girişim çok zaman, çınlamayı ortadan kaldırır. Sorun 24 saatten daha uzun süre devam ederse, doktora başvurun.

Kulağa böcek kaçtığı zaman uygulanacak ilkyardım

Kulağa böcek kaçacak olursa, başınızı o kulak Üstte kalacak şekilde eğip kulağa ılık su koymanız yeterlidir. Başka birinin yardımıyla daha iyi becerebileceğiniz bu iş, böceğin yüzeye çıkmasına neden olur. Bunun yerine su dolu banyo küvetine, kulaklarınız su| altında kalacak şekilde sırt üstü de uzanabilirsiniz. Bu önlemler fayda vermezse, doktora gitmeniz gerekir.

Kulağa su doldurduğunuzda, kulak memesini de hafifçe çekiştirin.

Dış kulak kanalınıza bir böcek ya da başka bir yabancı cisim kaçmış olabilir.

Kulağın yapısı

Kulak, başlıca üç bölümdür. Dış kulak, kulağın kafa dışında kalan kısmı olan kulak kepçesini içerir. Kulak kepçesi ses dalgalarını toplayarak dış kulak kanalı yoluyla kulak zarına iletir ve onun titreşmesini sağlar. Orta kulakta kulak zarıyla üç küçük kemik (çekiç, örs ve üzengi kemikleri) vardır. Bu kemikler kulak zarındaki titreşimleri iç kulağa iletir. Orta kulaktaki nava basıncı, burasıyla boğaz arasındaki östaki borusu aracılığıyla hep dış ortam basıncına eşit tutulur.

iç kulak sıvıyla doludur. Burada orta kulaktan gelen titreşimleri sinirsel uyarılar halirte dönüştüren salyangoz (koklea) vardır. Bu uyarılar işitme siniriyle beyne ulaştırılır. İç kulakta ayrıca, vücudun dengesini devam ettiren labirent de vardır.

[More]

Aynı odayı paylaşma gereksiz rahatsızlıklarla sonuçlanabilir. Bunun sebebi, sizin çıkardığınız ve bebeğinizi rahatsız eden sesler kadar bebeğinizin yakınlığının onun hareketlerinden fazlasıyla haberdar olmanıza ve sıklıkla çıkardıkları ufak sesleri uyanıklığının bir işareti olarak düşünmenize yol açmasıdır. Çoğu bebek uyurken hareketlidir ve rahatsız edilmezlerse uyumaya devam ederler.
Ne yapmalısınız? Mümkünse bebeğinizi ayrı bir odaya geçirin. Gerçek bir ağlamayı duymamanız pek mümkün değil. Ama önemli olmayan seslerle rahatsız olma ihtimaliniz azdır. Bebeğinizi soğuk uyandırıyor olabilir.

Ne yapmalısınız? Uykuda çok hareket eden ve üstünü açan bir bebek geceleri bir uyku tulumu veya ısıtacak bir pijama ile sıcak tutulabilir.

Endişe, bebekte uyku bölünmesinin sebebi olabilir. Alışılmış ev yaşantısındaki küçük değişiklikler hile bazı bebekleri tedirgin eder.

Ne yapmalısınız? Bebeğinize endişelenecek bir neden olmadığını telkin etmek birkaç gün alabilir. Bu arada düzende daha fazla değişiklik olmamasına gayret edin. Bebeğiniz gece uyandığ zaman içecek bir şey verin ve kucağınıza alın, ama kendisinin tekrar yatağına yatırılacağını anladığından emin olun, aksı takdirde geceleri uyanıp oyun oynamayı bekler ve bunu far alışkanlık haline getirir . Kulak ağrısı muhtemelen bir orta kulak iltihabı sonucudur ve önceleri iyi uyuyan bir bebekte gece uyanmaları ve huzursuzluğun sık rastlanan bir nedenidir.

Uyuma düzenleri

Bebeklerin uyuma düzenleri ve uyku ihtiyaçları birbirlerinden farklıdır, bu yüzden, bebeğiniz bir tanıdığınızın aynı yaştaki çocuğundan daha az uyuyorsa, bebeğinizin normal olmadığı düşüncesine kapılıp yanılgıya düşmeyin.

Yeni doğan bir bebek zamanının çoğunu uyuyarak geçirir, yaklaşık 3 saatte bir ihtiyaçları için uyanır. Üc aylardan sonra, çoğu bebek geceleri daha çok uyuyacak ve belki de gecede yalnız bir kere uyanacaktır. Gündüz uykusuz geçen süreler de muhtemelen uzayacaktır.

6 aylık Bebek 6 aylık olduğu zaman artık gecenin büyük kısmını uyuyarak geçirir, fakat sabahın erken saatlerinde bir şey içmek için uyanabilir. Günün büyük kısmını uyanık geçirecektir ama muhtemelen sabah ve öğleden sorna hafif bir uykuya ihtiyacı olacaktır.

Bir Yaş

Bir yaşındaki bebek genellikle gece boyunca uyanmadan uyur. (ortalama 10-12 saat arası) Bu yaştaki bebeğin muhtemelen günde bir kez hafif bir uykuya ihtiyacı olacaktır.

Gece beslenme çağını aşmış bebeklerde sizin varlığınızdan emin olmak ve bunun verdiği rahatlık ihtiyacı, gece uyanmalarının nedenidir.
Ne yapmalısınız?

Bebeğinizi belirli bir düzene sokmak için elinizden geleni yapın.
Bebeğinizin uyumasına yardımcı olma) Bebeğiniz gece uyanırsa içecek bir şey verin fakat yatağından kaldırmaktan kaçının kendi varlığınızdan emin olmasını sağlamak ve kendinizi her şeyin yolunda olduğuna inandırmak için bebeğinizin yanında gerektiğinden fazla kalmayın. Odayı terk ettiğinizde bebeğiniz ağlarsa, geri dönmeyin. Tekrar uyumadan önce birkaç dakika ağlaması bebeğinize hiçbir zarar vermez.Ancak gece gündüzün büyük kısmım uyuyarak geçirirken; yavaş yavaş gündüz uyanık, gece uyuyan bir rejime geçmek bütün bebeklerde görülen bir durumdur.

[More]

Atardamarlar kalpten aldıkları kanı diğer organlara götürür. Tıpkı bir ağaç gibi dallara ayrılan atardamarlar, her dallanmada biraz daha daralır. En küçük kan damarları olan kılcal damarlar, alyuvarlarımızın ancak geçebileceği genişliktedir. Aynı şekilde toplardamarlar da dallara ayrılır ve küçük dallardan büyüklere doğru topladıkları kanı nihayet kalbe ulaştırır.

Sıhhatli kan damarlarının duvarları düz ve esnektir. İnsan yaşlandıkça atardamarların duvarları sertleşebilir, iç yüzeyleri de (yağ benzeri bir madde olan) kolestrol veya kalsiyum birikmesi yüzünden pütürlenebilir. Bu duruma damar sertliği adı verilmektedir.

Bu şekilde daralan damarlarda kan pıntılaşması ortaya çıkmakta ve atardamar tıkanabilmektedir. Bunun neticesinde de, bu atardamarlarla beslenen dokular besin maddelerinden ve oksijenden mahrum kalarak ölebilir. Bu durum beyinde meydana gelirse, insane felç iner. Kalp atardamarlarında meydana geldiğinde ise kalp kasının bir bölümü ölür. Buna kalp krizi adı verilmektedir.

Kan basıncını kalbimizin pompalama hareketi ve kan damarlarımızın esnekliği belirlemektedir. Tansiyon diye adlandırılan kan basıncı genellikle koldan ölçülür.

Kalbin her atışında koldaki atardamara kan hücum eder ve kan basıncı en yüksek seviyesine çıkar. Buna büyük tansiyon denir. Kalp karıncıkları gevşediği zaman ise kan basıncı en düşük seviyesindedir. Buna da küçük tansiyon adı verilir. Tansiyon ölçümü, mesela 12/8 gibi iki sayı halinde kaydedilir. Bu örnekte büyük tansiyon 12, küçük tansiyon ise 8′dir. (Aslında bu rakamlar 120/ 80′dir ve tansiyon aletinin tüpündeki civanın gösterdiği milimetrelere tekabül etmektedir.)

Büyük tansiyon 140′ı, küçük tansiyon da 90′ı geçiyorsa, o insanda yüksek tansiyon var demektir. Yüksek tansiyon, düşük tansiyondan daha tehlikeli bir rahatsızlıktır. Ne var ki, tansiyon fazla düştüğü takdirde de beyine yeterince kan ulaşmaması gibi bir tehlike doğar. Ara sıra başınız dönüp, kulaklarınız uğulduyorsa, eğilerek veya yatarak başınızı ayaklarınızla aynı seviyeye indirmek, düşük tansiyona karşı etkili bir çare olacaktır.

Tansiyonun çok yükselmesi, bir kan damarının çatlamasına sebep olabilir. Nitekim, tıpkı kan damarlarının tıkanması durumunda olduğu gibi, damar çatlamasından ileri gelen, beyin kanaması da felç inmesine yol açabilmektedir.

Kan Damarlarının Yapısı

Atar ve toplardamarlar üç doku tabakasından oluşur. En içte yer alan tabaka epitel hücrelerden örülmüş düzgün bir astardır. Atardamarlarda orta tabaka kaslardan oluşur. Büyük atardamarlarda ise bu tabaka esnek bir dokudur. Toplardamarlarda kaslardan oluşan ince bir orta tabaka bulunur. Gerek atar, gerekse toplardamarları bağ dokudan müteşekil bir dış tabaka örter.

Kan – Yerçekimi Mücadelesi

Toplardamarlarımızın bir çoğunda, kanın kalbe geri dönebilmesi için yerçekimine karşı mücadele etmesi gerekmektedir. Kendi kasları epeyce güçsüz olan toplardamarlarda kanın akışı kas hareketleri ve civar atardamarların basmayla sağlanır. Ayrıca, toplardamarlarımızda tek yönlü kapakçıklar da vardır.

En büyük atardamar (aort) ile gene en büyük iki toplardamar (büyük ve küçük vena kava) yaklaşık 2.5 santim çapındadır. Kas dokuları, atardamar duvarlarının toplardamarlara nazaran daha kalın ve sağlam olmasını sağlar. Kılcal damarlar ise buradan gördüğünüz noktadan çok daha küçüktür.

[More]

Elektrikli Mesaj Servisi Kafatası sinirleri (12 çift) hem otonom tepkilerin bir kısmım hem de başımızı ve buradaki duyu organlarını kontrol eder.
Otonom Sinir Sistemi
Otonom sinir sistemi vücudumuzun iç ortamını kontrol eder. İç organlarımızdan gelen bilgileri alır ve bu organların faaliyetlerini düzenler.
Somatik Sinir SistemiSomatik sinir sistemi vücudumuzun dış çevreyle ilişkisini kontrol eder. Dışarıdan gelen bilgileri alır ve iradi hareketlerimizi yönetir.
Sinir Sistemi
Sinir sistemi yalnız vücudumuzun bütün duyum ve hareketlerini değil, aynı zamanda düşüncelerimizi, hislerimizi ve hafızamızı da kontrol eder.

Karmaşık bir sinir ağı, beynimizin elektrikli sinyaller aracılığıyla vücudumuzun diğer kısımlarıyla sürekli olarak haberleşmesini sağlar. Sinir sistemimiz her an vücudun içinden ve dışından bilgi toplamakla meşguldür. Bir yandan da bu bilgileri türlerine göre ayırıp, kimini ileride kullanmak üzere depolamakta, kimini de hemen işleme koyup, kaslarımıza ve iç organlarımıza bu doğrultuda mesajlar göndermektedir.

Mesala siz bu sayfayı okurken, beyniniz (hem de saniyenin binde biri kadar bir zamanda ve büyük bir beceriyle) bir sürü değişik işlem gerçekleştiriyor: Bir yandan, beyninizin yönetimi altında, bu işle görevli kaslar gözlerinizin soldan sağa, sağdan sola hareket etmesini sağlıyor. Böylelikle gözlerinizden beyninize sürekli bir bilgi akışı gerçekleşiyor. Beyniniz her bir harfi değerlendirip, kelimeler ve cümleler halinde tasnif ediyor. Bu bilgilerden bir kısmını hafızada depolamaya başlıyor. Ayrıca, yeni bilgileri daha kolay anlayabilmek için, hafızada depolanmış eski bilgilerden bir kısmım da yeniden devreye sokuyor.

Aynı anda, sinir sisteminiz bir sürü iskelet kasının sizi oturur pozisyonda tutmasını sağlıyor. Daha başka birtakım kaslar da yaklaşık olarak dakikada 25 kere gözlerinizi kırpmanıza yardımcı oluyor.

öte yandan, sinir sisteminiz, iç organlarınızdan gelen mesajları da değerlendiriyor ve bu mesajlar doğrultusunda kalp ritmini, kan basıncını, nefes alma sıklığını, vücut sıcaklığını, besinlerin sindirilmesini ve daha pek çok faaliyeti yönlendiriyor. Sinir sisteminiz sayesinde, yorgun olduğunuzu anlıyor veya yemeğin pişmekte olduğunu hissediyorsunuz. Beyniniz, nerede olduğunuzu, saatin kaç olduğunu biliyor, aç olup olmadığınıza karar veriyor. Ve bütün bunlar sinir sisteminizin şu anda yapmakta olduğu işlerin ancak küçük bir bölümünü oluşturuyor.

Sinir Sistemimizin Parçaları

Merkezi sinir sistemimiz beynimizden ve omuriliğimizden meydana gelmektedir. Beynimiz asıl beyin, beyincik ve beyin sapını kapsar . Omurilik, beyinle vücudun alt bölümleri arasında gidip gelen mesajları taşır.

Dış sinir sistemimiz beyinden çıkan kafatası sinirleri ile omurilikten çıkan omurilik sinirlerinden oluşur. Dış sinirlerin çoğunda iki ayrı tür lif bulunmaktadır. Duyu lifleri derimizden, kaslarımızdan ve mesela göz gibi özel duyu organlarından gelen mesajları merkezi sinir sistemine ulaştırır. Motor liflerse merkezi sinir sisteminin emirlerini iskelet kaslarına taşır. Bu sistem, vücudumuzun dış düzeyle ilişkisini kontrol eden somatik sinir sistemidir.

Dış sinirlerimizin bir bölümünde iç organlarımızla veya dolaşım, sindirim, solunum ve üreme sistemlerinin salgı bezleriyle bağlantı sağlayan lifler de bulunur. Bu sinir lifleri otonom sinir sistemine dahildir. “Otonom” teri” mi iradi olmayan, yani bilincimiz dışında gerçekleştirilen faaliyetleri anlatır.

Otonom sinir sistemimizin kontrol merkezi beyin sapı ile beynin derinlerinde (hipotalamusda) bulunur. Bu sisteme dahil sinirler sempatik ve parasempatik sinirler şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Her iki tür sinir de salgı sistemimizin hormonlarıyla işbirliği içinde çalışır.

Beynimizi Kullanmak

Beynimizde milyarlarca nöron (sinir hücresi) vardır. Tabii bu kadar çok nöron arasında da neredeyse sınırsız sayıda bağlantı kurmak mümkündür. Yeni bir beceri edindiğiniz zaman, nöronlarınızı yeni bir bağlantıya sevk etmiş olursunuz. Yeni fikirler de yeni bağlantılardan doğar.

Vücudumuz yeni nöronlar üretemez, fakat sahip olduğumuz nöronlar arasında yeni bağlantılar kurmak elimizdedir. Beynimizi ne kadar çok kullanırsak, kapasitesi de o kadar artacaktır.

Sinirlerimiz

Sinir sistemimizin temel hücreleri nöronlardır. Nöronların elektrik sinyallerini taşımak ve iletmek gibi özel bir kabiliyeti bulunur.

İnsan vücudunda 10 milyar ile 100 milyar arasında nöron bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu nöronların büyük bölümü beyinde yer alır. Doğumdan önce büyük bir hızla (dakikada 250.000 kadar) oluşan nöronların üremesi doğumdan sonra tamamen durur. Hasar gören nöronlar bir ölçüde kendilerini tamir edebilirler, fakat ölen nöronların yerine yenisi gelmez.

Nöron, bir hücre gövdesiyle bu gövdeden uzanan bir akson ve bir sürü sinir lifinden ibarettir. Epeyce kısa olan sinir lifleri duyu alıcılarından ve diğer nöronların aksonlarından gelen elektrik sinyallerini hücre gövdesine iletirler. Uzun bir lif olan akson ise hücre gövdesinden gelen sinyali kaslara, salgı bezlerine ve diğer nöronların sinir liflerine iletmekle görevlidir.

Bilhassa beyindekiler olmak üzere, bazı nöronlar çok küçüktür. Bazılarıysa aksonlarının uzunluğu sayesinde vücudumuzdaki en uzun hücreler arasında yer alırlar. Omuriliğimizin alt bölümünden ayak parmaklarımıza kadar uzanan nöronların boyu 1.3 metreyi bulabilmektedir.

Sinir liflerinden bazıları miyelin adı verilen yağlı bir malzemeyle örülmüş bir kılıfla kaplıdır. Miyelin, nöronların etrafındaki özel hücrelerden oluşur. Elektrik sinyalleri nöron kılıflanndaki boşluklardan “atlayarak” geçer. Miyelinle kaplı lifler elektrik dürtülerini kılıfsız liflere nazaran çok daha hızlı taşıyabilmektedir. Miyelinle kaplı en kalın lifler dürtüleri saniyede 150 metre gibi bir hızla iletebilirler. Kılıfsız liflerin hızı ise saniyede ancak bir metre kadardır.

Nöronlar birbirleriyle doğrudan temas içinde değildir. Kimyasal bir işlem nöronlar arasında mesaj alışverişini mümkün kılar. Bir nörona ait aksonun bir diğer nöronun sinir lifine uzandığı noktaya sinaps adı verilir. Aksonla sinir lifi arasında sinaptik yarık diye adlandırılan minik bir boşluk vardır.

Nöronun hücre gövdesinden gelen elektrik sinyali aksonun ucuna kadar gider. Burada, belirli kimyasal maddelerin küçük damlacıklar halinde sinaptik yarığa akmasını sağlar. Sinir iletkeni adı verilen bu kimyasal maddeler yarığın öbür yakasına ulaşıp komşu nöronun sinir liflerine tutunurlar. Bunun üzerine uyarılan sinir lifi kendi hücre gövdesine elektrikli bir sinyal gönderir. Bütün bu işlem bir saniyenin lO.OOO’de biri (100 mikrosaniye) bile sürmez.

Nöronların hücre gövdeleri

omuriliğimizin veya beynimizin içinde muhafaza altındadır. Çok sayıda kısa lif hücre gövdesi namına mesaj toplar. Akson adı yerilen uzun bir lif ise sinaps diye adlandırılan kavşakta mesajı diğer hücrelere iletir. Kimyasal iletkenlerin yardımıyla, mesaj bir hücrenin aksonuyla diğer hücrenin sinir lifi arasında yer alan boşluğu (yani sinaptik yarığı) aşar. Mesajın sinapstan geçmesi 1/10.000 saniye (100 mikrosaniye) bile sürmemektedir.

Omuriliğimizin Kesiti

Duyusal sinirlerimiz genellikle bilgileri doğrudan doğruya beyine gönderir ve onun kararını beklerler. Fakat acil bir durum doğmuşsa, mesela tuttuğumuz kibrit parmaklarımızı yakıyorsa, daha acı hissi beyne ulaşmadan omuriliğimiz hemen parmaklarımıza kibriti atmasını emreder. Burada omuriliği yukarıdan, bir boyun omurunun koruyucu kemik yapısıyla çevrelenmiş durumda görüyoruz.

Omuriliğimiz

Omuriliğimiz beyinden başlayıp omurganın üçte ikisi boyunca devam eder. Omurilikten çıkan sinirler dallara ayrılarak vücudumuzun her tarafına uzanırlar. Omuriliğin alt ucunda yer alan sinir lifleri omurlar arasındaki kanalın sonuna kadar gider.

Omurilik ve beyin, menenj adı verilen üç kat koruyucu zarla kaplanmıştır. Kan plazmasından üreyen ve beyin-omurilik sıvısı diye adlandırılan bir sıvı en içteki iki menenj katmanının arasındaki boşluğu doldurur. Beyin-omurilik sıvısının başlıca vazifesi darbelere karşı yastık işlevi görerek merkezi sinir sistemini korumaktır. duğundan gri madde diye adlandırılır.

Gri maddenin etrafında yağsı (miyelinli) kılıflarla örtülmüş sinir lifleri bulunur. Bu lifler de beyaz ve parlak göründükleri için beyaz madde diye adlandırılmaktadır.

Bu lifler düzenli aralıklarla demetler halinde omurilikten dışarıya dallanarak omur sinirlerini meydana getirirler. Vücudun çeşitli bölgelerine uzanan omur sinirleri toplam 31 çifttir. Bu çiftlerin her birinde binlerce duyu siniri ve motor sinir lifi bulunur.

Refleks Hareketler

Omuriliğin başlıca iki fonksiyonu vardır. Birinci olarak, beyinle diğer organlar arasında gidip gelen dürtüleri taşır. İkinci olarak da refleks merkezi vazifesi görür. Refleksler, çeşitli uyarımlara karşı beynin müdahalesi dışında gerçekleşebilen otomatik hareketlerdir.

Doktor dizimizin belli bir noktasına vurduğunda, bacağınız otomatik olarak havaya kalkar. Basit bir refleks olan bu hareket, biri duyu, öbürü motor olmak üzere sadece iki nöronun işidir. Parmağınız yanarsa elinizi otomatik olarak ateşten çekersiniz. Daha acı duygusu omurilikten beyninize ulaşamadan gerçekleşen bu hareket de yine basit bir reflekstir.

Herhangi bir bakteri veya virüs menej bölgesine girmeyi başardığı takdirde, beyin-omurilik sıvısı enfeksiyonun çok kısa sürede yayılmasına yol açar. Menenjit, yani menenj iltihabı ölüme kadar gidebilen bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır.

Omuriliğin merkezi H biçiminde dizilmiş hücre gövdelerinden oluşur. H’nin arka kollarında duyu sinirlerinin gövdeleri, ön kollarında ise motor sinirlerinin gövdeleri yer alır. H biçimindeki bu kütle grimsi renkte olabilir

[More]