[More]
0 (sıfır) kan gurubundan bir kadının, de­ğişik bir guruptan (örneğin, A ya da B) bir erkekle evlendiğinde, babasıyle aynı kan gurubundan olan bir çocuğa gebe kalırsa, antigrup olarak nitelenen bağı­şıklık cisimleri üretebildiği görülmüştür. Zorunluluk halinde, bu kadına da Rh negatif kadınlara uygulanana benzer bir bağışıklık kazandır-ma işlemi uygula­nır.
Bu ise, gebeliğin başından itibaren, an­ne ve kocasının sadece Rhesus'lerinin değil, karşılıklı kan guruplarının da bi-
linmesinin zorunlu olduğunu, bir kez daha tanıtlar.
[More]
RHESUS ETKENİ
Rhesus etkeni kişilerin kanlarını birbi­rinden ayıran en önemli özelliktir. Landsteiner ve Wiener adlı bilginler 1940'ta, Macacus Rhesus maymunları­nın alyuvarlarında özel bir madde keş­fetmişler ve buna "Rhesus etkeni" adını vermişlerdir. Daha sonra, bu etkenin in­sanların yüzde 82'sinin alyuvarlarında varolduğu ortaya çıkarılmıştır; insanla­rın yüzde 18'inde bu madde yoktur. Rhesus etkeni taşıyan kişilerin kanı "Rh pozitif", bu etkeni taşımayanların kanı ise"Rh negatif" olarak adlandırılır. "Rh negatif" ve "Rh pozitif" kişiler ara­sında yapılacak bir kan alışverişi bazı tehlikeler gösterir: örneğin, bir kan ver­me işlemi sırasında, Rh negatif bir kişi, Rh pozitif kan alırsa, çok ciddi bir tehli­ke ortaya çıkar.
Döl ütün kanıyle annenin kanı arasında­ki bir uyuşmazlık ciddi tehlikelere yol açabilir. Rh negatif bir kadınla Rh pozi­tif bir erkeğin birleşmesinden doğan ço­cuk, babası gibi, Rh pozitif kan taşıya­bilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, dölüt, anneninkinden bağımsız olarak dolaşan kendi kanını kendisi üretir. Bu­nunla birlikte, son aracılığıyle, dölüt kanının çok küçük de olsa bir bölümü annenin kan dolaşım sistemine sızabilir. Rh negatif bir annenin vücudu, bu du­rumda, kendini savunmak için, bağışık­lık cisimleri üretir. Bu bağışıklık cisimle­ri de sondan geçerek, çocuğun alyuvar­larını yok ederler. Bu durumda hemoli-tik denilen bir çeşit kansızlık ortaya çı­kar.
Bu hastalık, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin miktarına bağlı olarak az ya da çok tehlikeli olur. Bu nedenle, Rh negatif bir kadın, gebeliğin başından itibaren, sık sık kan tahlilleri yaptırarak vücudundaki "bağışıklık cisimleri oranı­nı", yani kanında bulunan Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarını denet­lemelidir.
Eğer bağışıklık cisimleri oranı çok yük­sek ise (ki bir doğumda birden çok ço­cuk doğuran kadınlarda, gebeliğin so­nunda, durum genellikle böyledir), dok­tor çoğu kez doğumu erkene almayı öğütler. Bu durumda, genellikle sezar­yene başvurulur. Bebekte özel bir durum görülürse, hemen kanı değiştiri­lir. Dölütün Rh pozitif etkeninin Rh ne­gatif anne üzerindeki etkisini ortadan kaldırabilecek ve sonuç olarak, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin saldırısı­na uğradığı zaman Rh pozitif dölütte meydana gelen karışıklıkları önleyebile-
cek birçok çözüm yolları araştırılmakta­dır.
örneğin, dölütün karın zarı boşluğuna hemolitik hastalığın yok ettiği kanı kar­şılayacak şekilde Rh negatif alyuvarlar şırınga etme olanağı araştırılmıştır. Dölütün bir bacağını çıkarmak ve da­marlardan birinden kan vermek amacıy-ledölyatağı çeperini kesme, daha sonra doğumu beklemek üzere çocuğu yeni­den dölyatağına kapama yolları da de­nenmiştir. Ancak bu işlemler kolayca gerçekleştirilemeyen son derece güç ameliyatlardır. En çıkar yol ciddi durum­larda bebeğin kanını değiştirmektir. Rh uyuşmazlığından doğan kansızlığa çok sık rastlanmaz. İstatistiklere göre oran 1666 gebelikte 1'dir. Ayrıca, Rh pozitif bir çocuğun varlığının Rh negatif annede zorunlu olarak bağışıklık cisim­leri üretimine yol açmadığını da belirt­mek gerekir. Rh negatif bir kadının ilk gebeliği genellikle kazasız geçer. (Tabii daha önceleri anneye Rh pozitif kan verilmemişse.) Çünkü annenin organiz­ması çocuğa zarar verebilecek kadar çok bağışıklık cismi üretecek zaman bu­lamaz.
İkinci ya da üçüncü gebelik sırasında, annenin kanında Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarı gittikçe artar ve dö­lüt kansızlık tehlikesiyle daha çok karşı­laşır.
Tıp, bugün bu düşüncelere dayanarak, Rhesus sorununu çözmek için başka bir yola girmiştir. Sero-profilaksi adı verilen bu yönteme göre, eğer Rh negatif bir kadına Rh pozitif kan verilmişse, ya da bu kadın daha önce Rh pozitif bir çocuk doğurmuşsa, hatta kanı Rh pozitif olan bir çocuk düşürmüşse, bu kadına, ka­nında bulunabilecek dölüt alyuvarlarıy-le savaşarak onları yenecek özel serum­lar yardımıyle bağışıklık kazandırılır. Böylece, annenin organizması artık Rh yok edici bağışıklık cisimleri üretmez ve sonuç olarak kadının daha sonraki ge­belik durumunda çıkabilecek güçlükler başından önlenmiş olur.
[More]
Gebeliğin on ikinci haftasından itibaren embriyo insan biçimini alır ve cinsiyeti belirlemeğe başlar. Yaklaşık olarak yedi santimetre boyunda olan dölütün başı, gövdesine oranla çok büyüktür. Geliş­mesinin bu döneminde embriyoya dölüt adı verilir.
Ertesi ay, dölütün ağırlığı ve boyu bü­yük bir hızla artar. Yaklaşık olarak sekiz santimetre olan boyu 18 santimetreye ulaşır; ağırlığı da 45 gr. danf 225 gr.a çıkar. Büyüme bu hızla devam etmiş ol­saydı çocuğun doğumda 250 kilo gel­mesi gerekirdi.
Dölütün derisi çok ince olduğundan kan damarlarını gösterir. Önceleri alın ve çenesini sonra da bütün vücudunu hafif tüyler kaplar; sekizinci ayda bu tüyler kaybolur. Gebeliğin ikinci ayından son­ra dölüt annenin duymadığı çok hafif hareketler yapmağa başlar. Anne çocu­ğunun hareket etmeğe başladığını dör­düncü ay sırasında duymağa başlaya­caktır. Beşinci aydan itibaren, kalp atış­ları kuvvetlenir ve stetoskop ile dinlene­bilir hale gelir.
Anne ve doktorun çocuğu "duymaları" gibi çocuk da onları duyabilir. Çocuk da anne kalbinin atışlarını seçer, dış dün­yadan gelebilecek çok şiddetli gürültü­lere, kasılarak tepki gösterir. Gebeliğin altıncı ayında daha belirli bir hale gelen dölütün hareketlerinin amacı
kaslarını kuvvetlendirmektir. Yerini de­ğiştirmekten yorulunca bacaklarını bü­zer, kollarını göğsünün üzerine çapraz bir biçimde yerleştirir ve dinlenme du­rumunu alır. Kendini ana karnı dışında­ki yaşama hazırlamak için sarfedeceği kuvvet sadece bununla kalmaz. Amni-yos sıvısından birkaç damla yutarak 5/ıerk bir biçimde beslenmeyi de öğre­nir. Yeni doğan bebeğin, henüz hiç bir besin almamışken, mekonyum ismi ve­rilen koyu renkli kendine özgü bir dışkı salması bu olayın kanıtıdır. Dölyatağı içi yaşamın son üç ayı boyunca, dölü-tün kanı globülin bakımından zenginle­şir; globülinin büyük bir kısmı son tara­fından oluşturulur. Altıncı ayın sonun­da, dölüt, yaklaşık olarak bir kilo ağırlı­ğında ve 30-50 cm. boyundadır. Ertesi ay yani yedinci aydadölütün ağır­lığı 800 gr. arttığı gibi boyu da yaklaşık olarak 5 cm. uzar. Artık biçimi kesinleş­miştir, organları arasında uyum sağlan­mıştır. Deri daha az kırmızıdır; ancak deri altı yağı bulunmadığından buruşuk­tur. Dölüt giderek daha etkin olmağa başlar, bacaklarını sallar, yutkunur, ba­zen hıçkırığı bile olur. Bundan dört haf­ta sonra ağırlığı 2,5 kg. boyu da 45 cm. olur. Artık annesinin vücudunda geçire­ceği zamanı azalmıştır. Çocuğu daha tombul gösterecek küçük yağ kesecikle­ri oluşur, tırnakları sertleşir saçları kir­pikleri çıkar, kaş kemeri üzerinde hafif bir tüylenme oluşur. Dokuz aylık hazır­lanış devresinden sonra çocuk artık do­ğuma hazırdır. Boyu aşağı yukarı 50 cm. ağırlığı da 3,5 kilodur.
Doğa doğum için gerekli herşeyi hazır­lamağa başlar; göğüs kemerinin altına ulaşmış olan dölyatağı, anneye daha ra­hat nefes alma olanağını vermek için 5-10 cm. aşağı iner. Çocuk baş aşağı dölyatağı boğazına yönelerek son duru­munu alır.
Bu döneme gelebilmek için yedi aylık zorlu bir hazırlanma süresi gerekmiştir. Yumurtacık ve spermatozoidin karşılaş­maları, kromozomlar ve genler sayesin­de, yeni kişinin temel niteliklerini belir­lemiştir. Döllenen yumurtacık, liflerinin yardımıyle, dölyatağı oyuğuna yerleş­miştir. Son ve göbek kordonu, anne ka­nında bulunan oksijen ve besleyici maddelerin çocuğunkine geçmesini sağlamıştır. Üçüncü ayın sonuna kadar embriyo böyle gelişmiştir. Dölüt büyük bir hızla büyüyerek üçüncü aydan do­kuzuncu aya kadar 8 cm.'den 50 cm.'ye uzadığı gibi, 45 gr. ağırlıktan yaklaşık olarak 3,5 kiloya ulaşmıştır. Doğum dönemine gelen bebek yaşamak için gereksindiği tüm gereçlere sahiptir. Beslenmesi ve fiziksel rahatlığı için an­nesine bağımlıdır ama nefes almasını, kendi sıcaklığını ayarlamasını, zehirleri­ni atmasını sağlayan, mekanizmalara sahiptir artık.
[More]
Yirmi birinci gün civarında iki milimetre uzunluğunda olan embriyo şekillenme­ğe başlar. Uçlarından birinde bir şişkin­lik belirli hale gelir; bu kabarıklık içinde beynin oluşmağa başladığı başdır. Kısa bir süre sonra, henüz taslak halinde olan kalp atmağa başlar. Döllenmeden yaklaşık olarak otuz gün sonra, daha sonra kol ve bacağa dönü­şecek şişkinlikler ortaya çıkar. On gün sonra avuç içleri, burun, göz ve ağız boşluğu seçilebilir hale gelir. Bu arada sinir sistemi gelişir ve beyin kıvrımları belirir.
[More]
Çocuk, gelişmesi için gereksindiği oksi­jen ve besleyici maddeleri, annesinin kanından sağlar; bu da son (plasenta) sayesinde gerçekleşir. Yumurtacığın in­ce lifler yardımıyle dölyatağına tutun­duğu sırada oluşan yuvarlak cisme son denir. Son, döllenmiş yumurtacığın yu­va yapmasını kolaylaştıran progesteron hormonunun üretimini uyaran özel hor­monlarla annede olduğu kadar çocukta da bulaşıcı hastalıkları önleyen globülin denilen maddeler oluşturur. Anne kanı dölütün kanına karışmaz. Son bir filtre görevi görür; bakterilerin büyük bir kısmını tutar ama virüsler üzerinde etkisi yoktur. Bu nedenle, an­ne grip ya da kızamıkçık gibi virüs has­talıklarına yakalanırsa bunlar çocuğa geçebilir. Anneyi tedavi etmek için veri­len penisilin ve sülfamitler plasentadan geçtiği için çocuk da bu arada tedavi edilmiş olur. Son, nikotin, alkollü içki­ler bazı uyuşturucu ilâçlar, zehirli besin ler gibi maddeleri süzmediği için, bu maddeler çocuğu tehlikeye sokabilir. Bu nedenle, gebe kadınların sigara kul­lanmamaları, alkollü içki içmemeleri ve doktor tarafından verilmemiş olan bir ilâcı almamaları gerekir. Dölyatağı dışında yaşayabileceği ana, yani doğana dek, yeni varlığın yaşaya­bilmesi için gerekli olan koşulları doğa böylelikle sağlar. Döllenen yumurtacı­ğın çekirdeğinde, çocuğun organlarını
oluşturacak çeşitli dokular ayrımlaşma­ğa başlar.
[More]
Gebe kaldığını anlayan bir kadının, ka­dın hastalıkları doktoruna sorduğu ilk soru "çocuğum ne zaman doğacak" ol­maktadır. Kuramsal olarak gebelik 280 gün sürer. Gebeliğin başlangıcı görül­meyen âdetten önceki 16 -12 gün arasın­daki yumurtlama devresidir. Ancak bu hesaplamanın, çok yaklaşık bir bilgi vermeden öteye gitmediğini de hatırlat­makta yarar vardır. Tartışma kabul et­mez kesinlikte bir doğum tarihi sapta­mak olanaksızdır. Bunun nedeni de, ge­beliğin başlangıç tarihinin kesin olma­masıdır. Genç kadın genellikle son âde­tin tarihinden yola çıkar. Oysa, gebe­lik başlamış olduğu halde, bir ya da iki ay boyunca, âdet görme tarihinde kana­ma görülebilir. Bu "yalancı âdet görme­ler" anneyi yanıltabilir. Yumurtlamanın normalden daha değişik bir tarihte ger­çekleşmesi de mümkündür. Gebelik süresinin, kadının âdet çevriminin uzun luğuyle sıkıca bağlantılı olduğu da sa­nılmaktadır. Âdet çevrimi uzunsa, ge­belik dönemi de uzun olmaktadır. İki âdet arasında 22 - 28 günlük ara varsa gebelik yaklaşık olarak 270 gün, bu fark 30 - 35 gün ise gebelik yaklaşık olarak 288 gün sürmektedir. Günümüzde, çocuğun erken doğumu halinde, endişelenmek için hiç bir ne­den yoktur. Altıncı ayın bitiminden son­ra doğan bebekler kuvözler ve iyi bakım sayesinde birkaç haftada, zamanında doğan çocukların boyuna ve kilosuna ulaşmaktadırlar. Buna karşılık gebelik
süresini geçirmemek çok dikkat edilme­si gereken önemli bir konudur. Gebelik süresi bittiği halde doğum ol­mamışsa, bazı güçlükler başgösterebilir. Gelişmeğe devam eden dölütün boyut­ları doğumu güçleştirebilir; ayrıca son (plasenta) eskimeye başladığından dö-lütü yeterince besleyemez. Cölüt böy­lece ağırlık ve direncini yitirerek, henüz dölyatağının içindeyken ya da doğar doğmaz ölüm tehlikesiyle yüz yüze ge­lir, işte bu yüzden, geç doğan bebekler genellikle buruşuk yüzlü olurlar. Doktor uzayan bir gebelik durumunda, dölütün sağlık durumunu öğrenmek için dölyatağı sıvısını incelemek ister. Çok kolay bir müdahale ile dölyatağından alınan bu sıvının laboratuvarda incelen­mesine amnioskopi denir. Bu inceleme sonucunda, sıvıda bazı bozukluklar gö­rülürse, dölyatağında kasılmalar uyan­dıran bir hormon iğnesi yapılarak do­ğum hızlandırılır. Amnioskopiye giriş­meden önce, doktorun, doğum için tah­min edilen tarihi bilmesi gerekir. Anne, gebe kaldığı tarihi bildirerek bu konuda doktora yardımcı olur. Gebe kadın, özellikle son âdetin özelliklerini belirtir. Son âdetin eski âdetlerden değişik ol­ması, daha az olması "yalancı âdet gör­me" olasılığını akla getirir. Böyle bir du­rumda, gebelik sanıldığından bir ay ön­ce başlamıştır.
Bir başka ölçü de, annenin dölütün ilk kıpırdanışlarını duymağa başladığı ta­rihtir.
[More]
DOKTOR YÖNETİMİNDE NORMAL DOĞUM
Daha önce de görüldüğü gibi, normal doğum sırasında doktor, zaman zaman müdahale ederek dölyatağının kasılma­larını hızlandırmakta, daha etkin kıl­maktadır. Bu müdahale, genellikle, "ositosik" adı verilen hormonların ağız ya da damarlar yoluyle vücuda verilme­sine dayanır.
Doktorların dölyatağı tembelliği diye adlandırdıkları ve dölyatağı kasılmaları­nın kendi kendine başlayamadığı gebe­lik durumlarında da, doğum işlemine başlıyabilmek için aynı yönteme başvu­rularak vücuda hormon verilir. Verile-34
cek hormonların dozu hastaya göre de­ğişir; dozu ancak doktor ayarlayabilir. Verilen her türlü ilâcın dozu çok önem­lidir; bu doz, yaratacağı etkiler düşünü­lerek titizlikle saptanır. Örneğin, aşırı miktarda verilecek hormon dölyatağı­nın, düzenli gevşemeler yapmasına izin vermeyerek sürekli olarak kasılma duru­munda kalmasına, dolayısıyle çocuğun acı çekmesine belki de ölmesine yol açar.
Dölyatağı kasları kasılıp gevşemeye da­ha az alışık olan yeni annelerde hormon verme işlemi daha tehlikeli bir durum gösterir. Bu yüzden de, ilk kez doğum yapan bir kadın, doktorundan doğum iş-
leminin süresini olabildiği kadar kısalt­masını istediğinde, ondan sabırlı olma­sı, dayanması gerektiği cevabını alacak veya doktor sezaryen ameliyatını tercih edecektir.
Sonuç olarak, sezaryenin doğum acıla­rını ortadan kaldırmadığı yalnız doğum süresini kısalttığı görülmektedir. Bu ara­da bir de doktora, duruma her an tam anlamıyla egemen olabilme olanağı ver­mektedir.
[More]
SEZARYEN AMELİYATI
Günümüzde bazı doktorların, sezaryen ameliyatım büyük bir ustalık ve kolay-
lıkla uyguladıkları bir gerçektir. Bu ame­liyata gösterilen geniş ilginin nedenini çoğu kadınların ağrısız ya da norrnal ol­sun, doğumun sıkıntı ve yorgunluğun­dan kaçmak istemelerinde aramak gere­kir.
Bu gerekçe ile başvurulan sezaryen ame liyatlarına "gereksiz sezaryen" demek yerinde olur. Bu ameliyatlar hem çok fazla masraf gerektirir, hem de doğa ka­nunlarını zorlamak istemeyen birçok doktorun anlayışına ters düşer. Sezaryenin, annenin vücut yapısına bağlı nedenleri: Bazen, annenin kalça­ları ile dölyatağı arasındaki oransızlık sezaryen ameliyatını gerektiren bir ne­den olabilir. Bu sorun yalnız kalçaların dar veya basık olmasına değil, fakat ço­cuk kafasının büyüklüğüne de bağlıdır. Çok kere, daha gebeliğin başlangıcında yapılacak dikkatli bir inceleme, dokto­ra, geleceğin annesinin mutlaka sezar­yen uygulamasına ihtiyacı olduğu kanı­sını verebilir, öte yandan,' bazı kadınlar üzerinde yapilacak radyolojik bir ince-
leme, kalçalar çok normal olduğu hal­de, çocuğun kafasının aşırı büyük oldu­ğu gerçeğini ortaya çıkarırsa yine sezar­yene başvurulur. Sezaryen ameliyatını gerektirecek yapısal nedenlere bir de, çocuğun dölyatağı içindeki duruşunun anormal olması eklenebilir, önceleri elle yapılan müdahalelerle dü­zeltilmeye çalışılan bu durumlarda gü­nümüzde artık sezaryen yöntemi uygu­lanmaktadır.
Sezaryenin, çocuğun sağlığı ile ilgili ne­denleri: Doğum uzmanı yapacağı titiz bir inceleme sonucunda çocuğun, döl­yatağı içinde, sağlığı yönünden tehlikeli bir durumda bulunduğunu saptarsa, uzun doğum işlemine girişmek yerine sezaryen ameliyatına başvurarak doğu­mu bir an önce gerçekleştirmeye karar verebilir.
Sezaryenin annenin sağlığı ile ilgili ne­denleri: Kalp yetmezliği veya birtakım başka hastalıklar bulunması nedeniyle anne normal doğum işlemine dayana­mayacak durumda ise sezaryene baş­vurmak yerinde olacaktır, örneğin, şeker hastalarına genellikle sezaryenle doğum yöntemi uygulanır ve böylece hem doğum sırasındaki aksaklıkların ön­lenmesi, hem de bu hastaların hemen hepsinin çok büyük çocuklar doğurdu­ğu bilindiğinden, bunun yolaçacağı sakıncaların giderilmesi sağlanır. Kısacası'normal doğumun sağlık yönün­den tehlikeler gösterdiği durumlarda, bir yandan doğumu gerçekleştirmek, bir yandan da doğum sırasındaki güçlükleri ortadan kaldırmak amacıyle sezaryen uygulanır.
[More]
Son aşama
Bebeğe yukarıda anlatılan işlemler uy-gulanı'rkcn. anne, doğum yatağında doğumun son aşamasını yani artık hiç bir görevi kalmayan çocuk sonunun dı­şarı atılmasını beklemektedir. Dölyatağı birkaç hafif kasılma daha yaparak bunu da dışarı atar.
Bundan sonra, annenin genel bir titre­me geçirmesi normaldir; bu endişe ya­ratmamalıdır. Bu titreme, çocuk sonu­nun dışarı çıkması sırasında, amnios ke-sesindeki sıvıdan bir miktarının, anne­nin kanına karışması sonucu meydana gelir. Doktor, çocuk sonunun tamamen dışarı atıldığı, hiç bir yangılanma olası­lığı kalmadığı kanısına varıp gerekli son işlemleri tamamlayınca kadın doğum-haneden çıkarılıp yeniden yatağına gö­türülür.
Harcadığı büyük çaba nedeniyle anne öylesine yorgundur ki, aylardır karnında taşıdığı çocuğunu dünyaya getirmenin mutluluğunu bile tadacak hali yoktur. Kendini dinlenmeye bırakır.
[More]
Çocuğun dışarı atılması
Dışarı atılma aşaması dölyatağı ağzının yeteri kadar genişlediği, yani aşağı yu­karı on santimetreyi, (yeni doğan bir ço­cuğun kafatası çapına eşit bir genişliği) bulduğu anda başlar. Bu aşamada, kadın içten gelen bir kilim­le dölyatağındaki çocuğun dışarı çıkarıl­ması gereğini duyar ve böylece kasılma­lara yardımcı olur. Kadının, doğum ola­yının sonuna yaklaşıldığı bu evredeki hareketleri artık gerçek bir itme niteliği­ni kazanmıştır. Bu durumda kadının do-ğumhaneye alınarak daha rahat edeceği doğum masasına yatırılması gerekir, işte bu andan itibaren, anneden bütün dikkatini toplaması ve doktorlarla tam bir işbirliği yapması istenir. Kadın, apış arası kaslarını düzenli ve uygun bir tem­poda kasıp gevşetebilmeyi başarırsa ve önceden öğrendiği solunum biçimlerini rahatlıkla uygulayabilirse, çocuğunun doğumunu çok kolaylaştırır. Kadın bir itme yapacağı zaman, derin bir soluk alarak akciğerlerine hava doldurur ve diyaframın aşağı kayarak dölyatağı üze­rine baskı yapmasını sağlamak için solu­ğunu tutarak karın kaslarını bütün gü­cüyle kasıp yirmi saniye kadar öne doğ­ru itmeye çalışır. Sonra, karın kaslarının bu gergin durumunu bozmadan ve itme işlemine yeni bir güçle devam edebil­mek için hızla soluk verir ve yeniden alır. Dölyatağındaki kasılma sona erdi­ğinde anne normal solunumuna dö­ner.
Doğum sırasında, çocuğun kafasının dölyolu kanalından rahatça geçmesi, yırtılmalara yol açmaması için apış arası ve kalça kaslarını mümkün olduğu ka­dar gevşek tutarak itme hareketlerini yapabilmeye alışmak gerekir. Kasların serbest bırakılarak rahatlatılmasının ve doğuma hazırlayıcı jimnastik hareketle­rinin üzerinde ısrarla durularak durma­dan tekrarlanmasının önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu arada, derin soluk alabilme alışkanlığının, gün ışığını görene kadar epeyce sıkıntı çeken çocu­ğa da çok yararlı olacağını ve onun daha sağlıklı bir görünümde ve daha canlı doğmasını sağlayacağını unutma­mak gerekir.
Çocuğun dışarı itilmesi aşamasında dok­tor ve ebe sürekli olarak annenin yanın­da olurlar ve anne de onların direktifle­rine göre, yapacağı itmelerin şiddetini
32
ayarlar. Örneğin, çocuğun kafası dışarı çıkarken herhangi bir güçlük ya da ters­likle karşılaşılmaması için anneden daha yavaş itmesi istenebilir. Bu durum­da, anne, akciğerlerine ve dolayısıyle çocuğuna mümkün olduğu kadar bol miktarda oksijen sağlayabilmek için gö­ğüs kafesini ve karnını şişirerek derin bir soluk almalıdır.
Önceleri birkaç dakika ara ile meydana gelen kasılmalar, daha sonra gittikçe sık-laşır; öte yandan her kasılmanın süresi gittikçe artarak bir veya bir buçuk daki­kaya kadar ulaşır.
Kadının, dölyatağının genişleme aşama­sı boyunca kendini çok iyi denetleyebil­mesi gerekir. Bu ise, yalnız çeşitli solu­num biçimlerini öğrenmekle yetinme­yip, öğrenilenleri uzun süre çalışmak ve yinelemekle mümkün olabilir. Solunum biçimleri üzerindeki çalışmalar yanında vücudu gevşetme, gevşek tutabilme ko­nusundaki alışkanlık da doğum yapacak annenin iki kasılma süresi arasında ken­dini rahatlatmasını ve gücünü toplama­sını sağlayacaktır.
Kasılmaların yaklaştığını hisseden kadı­nın bunları dikkatle denetlemesi gere­kir. Bu denetim, sakin ve yarı karanlık bir yerde çok daha kolay yapılabilir. Dölyatağındaki kasılmaların etkisiyle çocuğu saran koruyucu amnios kesesi yırtılacaktır. içinde özel bir sıvı bulunan bu kese çok dayanıklı çıkar ve kendi ken­dine yırtılmazsa, doktor bu işi yapay olarak gerçekleştirir. Bu işlem hiç bir acı vermediği gibi tersine doğum olayını çabuklaştırır.
Kadının dölyatağının genişleme aşama­sını kısaltmak için yapabileceği hiç bir şey yoktur. Ancak, yukarıda da görüldü­ğü gibi, uygunsuz hareketlerle dölyata­ğının sıkışmasına engel olup, onun dü­zenli bir şekilde kasılmasına olanak sağ­layarak genişlemenin en yüksek nokta­sına, yani çocuğun kafasının geçmesine uygun duruma gelmesine dolaylı bir yar­dımda bulunabilir.
Bu arada, dölyatağındaki kasılmaların yeteri kadar etkili olmadığı durumlarda, doktor sentetik hormonlardan hazırlan­mış bir karışımı damardan şırınga ede­rek dölyatağı kasılmalarını arttırır. Böy­lece kasılmaların temposu ve şiddeti arttırılarak genişleme aşaması kısaltıl­mış olur. Yalnız anne kendine söylenen her şeye tam olarak uysa bile genellikle ilk doğumda yırtılmalar meydana gele­bilir. Bu durumlarda yırtılmayı önleye­rek çocuğun çıkmasını kolaylaştırmak için dölyolunun ve apış arası kaslarının, doktor tarafından hafifçe yarılması an­lamına gelen "episiyotomi" yöntemi uy­gulanır. Üzerinde yarılma işlemi yapıla­cak dokular o anda son derecede geril-
miş olacaklarından doktorun bu müda­halesi genellikle hiç acı vermez ve bu yüzden, çok büyük bir kesme yapılma­yacaksa uyuşturmaya bile başvurulmaz. Doğumdan sonra, bisturi ile kesilen ye­rin dikilmesi , zorlamadan ötürü mey­dana gelecek yırtılmaların tedavisinden çok daha kolaydır ve ilerisi için hiç bir sakıncası yoktur.
Doğum sırasında, bebeğin önce ensesi görünür, sonra kafası birden yukarı doğ­ru kalkarak alın ve yüzü ortaya çıkarır. Bu arada, annenin yanında bulunan dok­tor ve ebe ona itmelerin şiddetini azal­tarak çocuğun omuzlarının ve tüm vü­cudunun fazla zorluk çekmeden dışarı çıkmasına yardımcı olmasını bir kez da­ha hatırlatırlar.
Kısa bir süre sonra, anne çocuğunun er­kek mi, kız mı, sarışın mı yoksa esmer mi olduğunu öğrenecek, sesini duya­caktır. Bu ses dünyamızın yeni küçük misafirinin ilk özgür hareketini yaptığı­nı, soluk aldığını belirtir. Artık, göbek bağının yardımıyle annesinden oksijen almasına gerek kalmamıştır. Bu nedenle giderek canlılığını yitiren bu bağ önce düğümlenir sonra bebeğin karnının iki santimetre kadar önünden kesilir. Son olarak, bir,hemşire, çocuğun ağzın­daki, burnundaki sümüksü maddeyi te­mizler. Herhangi bir yangılanmayı önle­mek için gözlerini dezenfekte eder. Be­beği tartar ve yıkar. Etiketinin üzerine numarası ya da anne ile babanın önce­den kararlaştırdıkları adı yazılarak beşi­ğine yatırılan bebek topluma katılmıştır artık.
[More]
Gebeliğin dokuzuncu ayında çocuk çok büyümüştür; artık dölyatağı boşluğunda rahat hareket edemez. Kıpırdanışları azalır, hareketleri eski canlılığını kaybe­der. Kafası dölyatağı ağzına doğru sar­karak ,çıkışa hazır duruma gelir. Bu arada dölyatağının alt bölümü de dört beş santimetre kadar alçalmış ve böylece anne biraz rahatlayarak daha kolay soluk alabilme olanağını bulmuş­tur. Yine bu sıralarda progesteron hor­monu üretimindeki yeni ayarlama dola-yısıyle annenin genel dengesi değişim geçirmektedir.
Kısacası, organizma herşeyi ile doğuma hazırlanmaktadır. Dölyatağı çocuk çı­karken karşı karşıya kalacağı kasılmala­ra hazırlanıyormuşçasına, ya da bu ka­sılmaların denemesini yapıyormuşcası-na sertleşir. Dölyatağı çevresinde olu­şan bu sertlikler anneye acıdan çok ge­nel bir rahatsızlık verir. Hatta bu durum yürüyüşler sırasında be­lirginleştiğinden kadını bir süre durmak zorunda bırakır. Bazen, anne, böbrekle­rinde ve karnında, âdet görme zamanın­daki ağrılara benzeyen şiddetli kramplar duyar. Ancak bunlar geçicidir. Doğumdan yirmi dört saat önce, içinde kan damlacıkları bulunan bir akıntı gel-
meye başlar. Bu akıntı, dölyatağının çı­kış deliğini örtmekte olan bir çeşit tıpa­nın ilk kasılma hareketlerinin etkisi ile yerinden oynayarak dışarıya atılması bi­çiminde yorumlanabilir. Bu anlatılanla­rın doğumun başlangıcı olmayıp, sade­ce ön belirtileri olduğunu annenin çok iyi bilmesi ve gereksiz telâş ve şaşkınlı­ğa kapıimaması gerekir. Kadının doğum­dan önce ve doğum sırasında çok sakin ve rahat olması doğumun rahat geçmesi için gerçekten çok önemlidir.
[More]
Yolculuklar
Bu konuda spor konusunda yaptığımız gözlemleri tekrarlayabiliriz. Uzun bir yolculuğa çıkmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda en hızlı ve en rahat araç uçaktır. Ancak, gebeliğinin sekizinci ayını doldurmuş yolcuları kabul etme­yen uçak şirketleri de vardır. Günümüz­de tren ile otomobil arasında büyük bir fark kalmamıştır; önemli olan bir günde alınacak yol miktarının iyi ayarlanması-dır. Düzgün bir yolda günde 300 km.yol almanın sakıncası yoktur; ama eğer yol kötüyse, bu mesafeyi kısaltmak ge­reklidir. Gebe kadın tek başına yolculu­ğa çıkmışsa, yorulma nedenlerini azalt­mağa çalışmalıdır, örneğin çanta ve va­lizlerini kendisi taşımamalı, bir başkası­nın taşımasını sağlamalıdır. Bu kurala uyulmayacak olursa, tehlikeli sakınca­lar ortaya çıkabilir.
[More]
Çatlaklar
Deri altında bulunan esnek lifler, karnın genişlemesi nedeniyle yırtılabilir ve deri üzerinde önceleri kırmızımtrak renktey-ken sonraları sedefli bir görünüm alan çizgiler meydana çıkar ve bir daha da kaybolmaz. Bu çiziklerin oluşmasını önlemek için kas kuvvetlendirici bir ilâç­la masaj yapılırsa kan dolaşımı hızlandı­rılır; daha sonra, deri henüz çok geril­meden, eczanelerde satılan özel krem­ler karın üzerine yedirilerek sürülür. Bir tedbir olarak, çok ağır yük taşımaktan kaçınmak da doğru olur. Jimnastik hareketleri de hem cildi kuvvetlendirir hem karın kaslarını güçlendirir. Göğüslerde de aynı türde çatlaklar oluşabilir. Bunu önlemek için karın için hazırlanmış bes­leyici kremle göğüslere masaj yapmanın iyi sonuçlar verdiğini söyleyebiliriz.
[More]
Spor Düzenli olarak spor yapan bir kadın hâ­lâ bu sporu yapmağa devam etmek isti­yor ve doktoru da buna karşı çıkmıyor-sa, gebelik nedeniyle alışkanlıklarını de­ğiştirmesinin gereği yoktur. Ancak do­ğal olarak, büyük güç sarfetmekten ve kendini yormaktan kaçınacaktır. Gebe­likte yapılması öğütlenen sporlar açık havada yürüyüş ve yüzmedir. Bu spor lar, uyumlu ve eksiksiz hareketlerle iyi oksijen almayı sağladığı gibi, aynı za­manda doğum sırasında büyük güç sarf-edecek olan kasları doğuma hazırlar. Kayak kayma, ata binme, motosiklet kullanma gibi sürekli olarak vücudu sar­san veya düşme olasılığı olan sporların yapılmasına izin verilmez. Buna karşılık gebe bir kadının bisiklete binmesinde hiçbir sakınca yoktur.
[More]
Varisler İkinci gebeliklerde, özellikle solda ol­mak üzere, bacaklarda, baldırlarda ba­zen de dölyolunda varisler meydana çı­kabilir. Bunun nedeni, gebelikte salgıla­nan bir hormonun dokulardaki kan mik­tarını arttırması ve damarlı dokuların es­nekliğini azaltmasıdır. Aslında bu olay kalıtsal bir nitelik gösterir. Genellikle, ilk gebelik dışında, dölyolu ve bacaklar­da oluşan varisler doğumdan sonra kay­bolur, ama ikinci bir gebelikte daha da belirli bir biçimde tekrar meydana çı­karlar. Ani sıcaklık değişiklikleri, bir ısı kaynağı çevresinde uzun süre kalma, ayakta durma, jartiyer takma, aşırı yor­gunluk, damarların yönüne dikkat et­meksizin yapılan masajlar varisleri oluş­turan etkenlerdendir. Bu durumda ayak­ların altına yastık koyarak uyumak, ba­cakları sık sık yüksekçe bir yere dayaya­rak dinlendirmek, engebeli arazilerde gezintiler yapmak, rahat ayakkabı ve ortopedik terlikler giymek kan dolaşımı­nı kolaylaştırır.
[More]
Baş dönmeleri ve çarpıntılar
Baş dönmesi ve çarpıntı gibi çok kısa süreli sıkıntılar, gebe kadınları fazlasıy-le endişelendirir. Oysa bu olayların ba­yılmayla sonuçlandığı durumlara olduk­ça az rastlanmaktadır. Genellikle bu sı­kıntılar, nörovejetatif sistemin gebeliğe özgü düzensizliklerinin sonucudur. Ge­be kadın, başının döneceğini anladığı anda, bacakları hafifçe yüksekte olacak bir biçimde boylu boyunca uzanmalı­dır, bu olayın sık sık tekrarlandığı durumlarda doktora danışmak gerekir. Doktor, genç kadına, yanından hiçbir zaman ayırmayacağı bir ilâç verir.
[More]

Uyku

Gebeliğin son aylarında uyku uyumak çok zorlaşır. Karnın altına küçük bir yas­tık koyarak yan yatış denendiğinde, ra­hat edildiği görülür. Ancak, çocuk için herhangi bir tehlike olmadığından iste­nen her biçimde yatmakta bir sakınca yoktur. Anne bebeğin varlığını duyma­ğa başladıktan sonra genellikle daha ko­lay uyuyabilir. Ihlamur ya da papatya ketleri de hem cildi kuvvetlendirir hem karın kaslarını güçlendirir. Göğüslerde de aynı türde çatlaklar oluşabilir. Bunu önlemek için karın için hazırlanmış bes­leyici kremle göğüslere masaj yapmanın iyi sonuçlar verdiğini söyleyebiliriz.

[More]
Göğüsler
Gebelikte göğüslerin hacmi büyük ölçü­de artar. Daha gebelik başlangıcında, halelerin renginin koyulaşması, gebelik belirtilerinden biri olarak kabul edilmek­tedir. Göğüs bakımı konusunda, göğüs­leri sıkıştırmayan özel bir sutyen takıl­ması ve çatlakların oluşmasını önlemek için de besleyici bir kremle hafif hafif masaj yapılması doğru olur.
[More]
Cinsel İlişkiler
Gebelik boyunca genellikle son haftalar dışında, cinsel ilişkilerden kaçınmanın hiçbir gereği yoktur. Gebelik ve cinsel ilişki,vbjrbiriyle hiçbir uyuşmazlık gös­termeyen iki doğal olaydır; ancak bu arada, kadının da bu ilişkide bulunmağa istekli olması gerektiğini de unutmamak gerekir. Ayrıca genç kadın düşük yap­mağa eğilimliyse, gebe kalmamış olsay­dı âdet görmesi gereken günlerde her türlü cinsel ilişkiden kaçınmağa dikkat etmelidir. Yapılan istatistikler, bu dö­nemde düşüklerin daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır.
[More]
Tırnaklar
Gebelik boyunca, tırnaklar kalsiyum ek­sikliği nedeniyle daha çabuk kırılır. Or­ganizma için gerekli kalsiyum, ilâçlarla ve özel bir rejimle sağlanır. Tırnaklar eczanelerde satılan özel güçlendiriciler veya renksiz iyot sürülerek kuvvetlendi-rilebilir. Tırnaklar kısaltılır ve yumuşak cam kâğıdından törpüyle yuvarlaklaştırılırsa kırılmazlar. Bu dönemde oje sür­memek gerekir.
[More]
İlâçlar
Doktorun yasakladığı bir ilâcı kullan­maktan kesinlikle kaçınılacaktır. Ancak kadının daha rahat olması ve kendisini daha güvenlik içinde hissetmesi için ya­tıştırıcı bir ilâç, baş ağrıları için ağrı ke­sici etkisi olan bir ilâç ve bağırsak yu­muşatıcı bir ilâç kullanılabilir; ancak bunlar doktor tarafından verilmelidir.Bu ilâçlar evde hazır olursa genç kadın zorluk çekmez. Antibiyotikler, sülfamit ler ve kortizonlu ,bazı ilâçlar konusunda söylenenlerde büyük abartmalar yapıl­maktadır. Eskiden, gebe kadınlara bu tür ilâçları kullanmamaları konusunda uyarılarda-bulunulurdu; oysa, artık ye­terli doz ve doktorun dikkatli denetimi altında bu tür ilâçların çocuğa hiç bir zararı olmadığı anlaşılmıştır.
[More]
Gebelik Maskesi
Gebeliğin 3-6 ayı arasında yüzde görü­len koyu lekelere "gebelik maskesi" de­nir. Bu lekelerden endişe duymanın hiç­bir gereği yoktur; çünkü çocuğun doğu-muyie kendiliğinden kaybolurlar. Leke­leri hafifletmek için, güzellik uzmanları tarafından hazırlanan çeşitli kremler var­dır. Lekeler varken normal güzellik mal­zemesi kullanılmamalıdır; bunların için­de bulunan koku ve gebelerde sık sık rastlanan allerji böyle davranmayı ge­rektirir.
[More]
Röntgen
Gebelikte karın bölgesinin röntgeninin çekilmesi sakıncalıdır; bu nedenle de ancak röntgen çekilmesinin gerçekten zorunlu olduğu durumlarda bu yola baş vurulabilir, örneğin, ikiz bebek bekle­nip beklenmediğini veya bebeğin ana karnındaki duruş biçimini öğrenmek için bir filmin çekilmesi gerekebilir. Ço­cuğu röntgen ışınlarına hedef olmaktan uzak tutmak istenmesinin nedeni, ışın­lardan zarar görmesini önlemektir. Ge­beliğin ikinci haftası ile altıncı haftası arasındaki dönemde, dölüt ışınların et­kisine daha çok uğrayabilir; sonraki dö­nemlerde bu tehlike gitgide azalmağa başlar. Röntgen ışınlarına hedef oiacak bölgenin de büyük önemi vardır. Bu bölge dölyatağı dolaylarında bulunu­yorsa dölüt için tehlike var demektir ve ışın ayarının çok iyi hesaplanması gere­kir.
[More]
Basur memeleri anus damarlarının ge­nişlemesinden ileri gelir. Gebelikte olu­şan basur memeleri daha sonra kendili­ğinden kaybolurlar. Gebe kadınlar pek­lik çektiklerinden basur memeleri çok kolay gelişirler. Sebzeye dayanan bir re­jim ve gliserin özlü bir tenkiye basur memelerine karşı etkilidir. Ayrıca ıslak ve soğuk lapa ve özel pomatlar da ya­rarlıdır.Bu ilâçlar evde hazır olursa genç kadın zorluk çekmez. Antibiyotikler, sülfamit ler ve kortizonlu ,bazı ilâçlar konusunda söylenenlerde büyük abartmalar yapıl­maktadır. Eskiden, gebe kadınlara bu tür ilâçları kullanmamaları konusunda uyarılarda-bulunulurdu; oysa, artık ye­terli doz ve doktorun dikkatli denetimi altında bu tür ilâçların çocuğa hiç bir zararı olmadığı anlaşılmıştır.
[More]
Giyim
Günümüzün doğum öncesi giysileri, be­bek bekleyen annenin bütün gereksin­melerini yerine getirebilecek çeşitlilik­tedir, iç çamaşırların seçimi de çok önemli bir konu olup annenin rahatlığı da buna bağlıdır.
Külotlu çoraplar: Çok kullanışlı olan bu çoraplar, genellikle rahatsız edici ve ba-caklardaki kan dolaşımına zarar verici jartiyer takma gereğini ortadan kaldır­maktadır. Bu nedenle gebe kadınlar bu çoraplardan giymelidirler. Sutyenler: Göğüsleri bastırmadan geliş­mesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. Uzun çoraplar: Uzun süre ayakta duran kadınların varis çorapları giymeleri doğ­ru olur.
[More]
ZEHİRLİ HAYVAN ISIRMALARI
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Yarpuz yaprağı, Keçisakalı otu, Armut çekirdeği, Turunç çekirdeği, Defne tohumu, Isırgan yaprağı, Sirke, Meneviş yağı
Hazırlanış Şekli:
* Yarpuz yapraklan, keçisakalı otu ile birlikte on beş dakika süreyle sirkeli suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posa, pomad kıvamına gelinceye kadar, meneviş yağıyla karıştırılarak yoğrulur. Hazırlanan pomad, pansumandan sonra ışınlan yere sürülür.
* Armut çekirdekleri, turunç çekirdekleri ile birlikte ha­vanda dövülerek ezilir. Ezilen karışım, yakı kıvamına ge­linceye kadar, sirke ilave edilerek karıştırılır. Hazırlanan yakı, meneviş yağı ile yumuşatıldıktan sonra, ışınlan yere konarak bandajlanır.
* Defne tohumları, taze ısırgan yaprakları ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışım, melhem kıvamına gelinceye kadar sirke ile yoğrulur. Hazırlanan melhem, meneviş yağı ile yumuşatıldıktan sonra ışınlan yere pansumandan sonra sürülür.
[More]
ZEKA AÇIKLIĞI İÇİN
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Kuru üzüm, Şam fıstığı, Hurma, Günlük, Vişne, Dut, Pekmez
Hazırlanış Şekli:
* Zeka açıklığı için, kahvaltıdan önce üzümle birlikte bol bol şam fıstığı yenir.
* Zeka açıklığı için, her gün yemeklerden önce iki, ye-meklerden sonra da üçer tane hurma yenir.
* Zeka açıklığı için, bir avuç kuru üzüm, günlükle karıştırılarak sabahları aç karına yenir.
* Çekirdekleri ayıklanmış vişneler, kurutulmuş dut ile beraber on beş dakika süreyle suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvı, şurup kıvamına gelinceye kadar pekmez­le tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan şuruptan kah­valtıdan önce ısıtılarak bir bardak içilir.
[More]
ZEKER (PENİS İLAÇLARI)
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Havuç, İncir, Palamut unu, Kara üzüm, Meşe palamudu, Günlük, Gül suyu
Hazırlanış Şekli:
* Rendelenmiş havuç, kıyılmış incirle birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, macun kıva­mına gelinceye kadar dövülmüş palamut unu ilave edi­lerek karıştırılır. Hazırlanan macundan, yatmadan yarım saat önce bir çorba kaşığı yenir.
* Bir avuç kuru üzüm, dilimlenmiş incirlerle birlikte havanda dövülerek ezilir. Ezilen karışım, marmelat kıva­mına gelinceye kadar gül suyu ile yoğrulur. Hazırlanan marmelattan yatmadan önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.
* Meşe palamutları, günlük bitkisinin meyveleri ile bir­likte dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, iki avuç kuru üzüm ilave edilerek yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Sıkı­larak elde edilen posaya, ezilmiş incir karıştırılarak ma­cun kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Hazırlanan bu macundan yatmadan önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.
[More]
ZİNDE KALMAK
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Sarmısak, Elma, Anason tohumu, İncir, Havuç, Kereviz, Ceviz içi, Bal
Hazırlanış Şekli:
* Zinde kalmak için, her gün sarmısak kürüne devam edilmelidir.
* Rendelenmiş elmalar, anason tohumları ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, mar­melat kıvamına gelinceye kadar bal ilave edilerek karış­tırılır. Hazırlanan marmelattan, kahvaltıdan önce ve yat­madan bir çorba kaşığı yenir.
* Kurutulmuş incirler, anason tohumlan ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, marmelat kıvamına gelinceye kadar bal ilave edilerek karıştırılır. Hazırlanan marmelattan yemeklerden önce bir çorba kaşığı yenir.
* Zinde kalmak için, kahvaltı ve yemeklerden önce bir çorba kaşığı bal veya birer tane havuç, kereviz, elma yenir. Ayrıca, ceviz içi bir kaşık bal ile alınır.
[More]
ZONA
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Ihlamur çiçeği, Sarmısak, Fesleğen, Gelincik çiçeği, Erkeç sakalı otu, Şeker
Hazırlanış Şekli:
* Ihlamur tohumları ile birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvıya, dövülmüş fesleğen tozu karıştırıldıktan sonra bir kaba boşaltılarak günboyu dinlendirilir. Dinlendirilen sıvı tekrar süzüldük­ten sonra, içme suyuna karıştırılarak, günde üç fincan içilir.
* Akdiken yaprakları, on beş dakika süreyle kaynar su­da bekletilir. Süzülerek elde edilen sıvı, şerbet kıvamına gelinceye kadar şekerle tatlandırılarak karıştırılır. Hazır­lanan şerbetten, tedavi süresince günde üç fincan içilir.
* Gelincik kapsülü ve çiçekleri, erkeç sakalı otu ile bir­likte ıhlamurlu suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Sü­zülerek elde edilen sıvı bir kaba boşaltılarak dinlendirilir. Dinlendirilen bu sıvı ile günaşırı el ve ayak banyosu yapılır.
[More]
AYBAŞI KESİLMESİ
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Dülger otu, Böğürtlen, Biberiye (Kuşdili otu), Tarçın, Şeker
Hazırlanış Şekli:
* Kurutulmuş dülger otu bir saat süreyle suda kay­natılır. Buharına oturan kadınlarda aybaşı kesilmesi önlenir.
* Böğürtlen yaprakları on dakika süreyle suda kay­natılır. Süzülerek elde edilen sıvı şarap kıvamına gelin­ceye kadar şeker ile tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan şuruptan yemek arasında bir fincan içilir.
* Biberiye bitkisinin yaprakları on dakika süreyle kay­natıldıktan sonra süzülür. Elde edilen sıvı bal ile tat­landırılarak şerbet kıvamına gelinceye kadar karıştırılır. Hazırlanan şerbetten yemeklerden sonra bir kahve fincanı içilir.
[More]
AYBAŞI KANAMASI
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Papatya çiçeği, Kurt pençesi kökü, Kekik, Sedef otu, Pelin otu, Bal
Hazırlanış Şekli:
* Kurutulmuş papatya çiçeği on dakika süreyle kay­natılır. Elde edilen su dinlendirildikten sonra bir fincan yudum yudum içilir.
* Kurt pençesi kökü kaynar suda kaynatıldıktan sonra süzülür, hiçbir yan tesiri olmayan bu çaydan dört beş su bardağı içilir.
* Kekik, salatalara bol ve taze doğranarak yenir.
* Ezilmiş taze sedef otu suyu kaynatıldıktan sonra süzülür. Bir çay bardağı suya bir yemek kaşığı bal ilave edilerek iyice karıştırılır. Günde üç defa 1-2 yemek kaşığı içilir.
* Bir doktor tavsiyesi şartı ile, kurutulmuş pelin otu, suda kaynatılır. Elde edilen su dinlendirildikten sonra çay kaşığı ile içilir. Günde en fazla bir su bardağı alınmalıdır.
[More]
AYAK TERLEMESİ
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Kurt ayağı tohumu, Yeşil ceviz kabuğu, Söğüt yaprağı, Meşe kabuğu, Patates, Sirke
Hazırlanış Şekli:
* Kurt ayağı tohumu havanda dövülerek toz haline ge­tirilir. Elde edilen toz sirke ile karıştırılır. Hazırlanan mer­hemle ayaklar ovuşturulur.
* Yeşil ceviz kabuğu ile kurutulmuş söğüt yaprağı kaynatıldıktan sonra, bir miktar sirke karıştırılarak ayak­lar yıkanır.
* Meşe kabuklan su içinde kaynatılır. Elde edilen su banyo suyuna ilave edilerek hastalık süresince banyo yapılır.
* Haşlanan patates suyu ile ayaklara masaj yapılır.
[More]
APELE UYUŞMASI
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Su teresi, Karanfil, Çörek otu, Zencefil, Zeytinyağı, Sirke
Hazırlanış Şekli:
Su teresi otu, on beş dakika süreyle tuzlu suda kay­natılarak süzülür. Süzülerek elde edilen posaya dövülmüş karanfil tozu ilave edilerek, lapa kıvamına gelinceye kadar karıştırılır. Hazırlanan lapa, zeytinyağı ile yumuşatıl­dıktan sonra uyuşan yere konarak bandajlanır.
* Çörek otu, yirmi dakika süreyle sirkeli suda kayna­tılır. Süzülerek elde edilen posaya, kurutulmuş zencefil tozu ilave edilerek yakı kıvamına gelinceye kadar yoğ­rulur. Hazırlanan yakı, zeytinyağı ile yumuşatılarak pan­sumandan sonra uyuşan mahale konur.
* Zencefil yaprakları, karanfille birlikte sirkeli suda on dakika süreyle kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvı bir kaba boşaltılarak dinlendirilir. Dinlendirilmiş sıvıya batırılan bir havlu ile, uyuşan mahale sıksık masaj yapılır.
[More]
APELE ROMATİZMASI
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
çoban düdüğü, Acı çiğdem,Taze patates, Tilki üzümü (Böğürtlen), Arpa unu, Sirke, Zeytinyağı
Hazırlanış Şekli:
* Çoban düdüğü otu, on beş dakika süreyle tuzlu suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvı, bir kaba boşaltılarak dinlendirilir. Dinlendirilen sıvıdan banyo suyuna karıştı­rılarak yatmadan önce banyo yapılır.
* Rendelenmiş taze patatesler, acı çiğdemle birlikte sir­keli suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posa, merhem kıvamına gelinceye kadar arpa unu ilave edilerek yoğrulur. Hazırlanan merhem, zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra, ağrıyan mahale sürülür.
* Tilki üzümü, yirmi dakika süreyle sirkeli suda kay­natılır. Sıkılarak elde edilen posaya, arpa unu karıştırıla­rak lapa kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Hazırlanan zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra ağrıyan yere konarak bandajlanır.
[More]
APELE İNCELMESİ
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Afyon çiçeği (Karahaşhaş), Maydanoz, Acı marul (Cebeli marul), Farekulağı otu, Sirke, Zeytinyağı
Hazırlanış Şekli:
* Afyon çiçekleri, tuzlu suda on beş dakika süreyle kaynatılır. Süzülerek elde edilen posaya, dövülmüş may­danoz tozu ilave edilerek, lapa kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Hazırlanan lapa, zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra, ağrıyan yere konarak bandajlanır.
* Dilimlenmiş acı marul yaprakları, sirkeli suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Süzülerek elde edilen posaya, dövülmüş maydanoz ilave edilerek lapa kıvamına ge­linceye kadar yoğrulur. Hazırlanan lapa, zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra ağrıyan mahale konarak ban­dajlanır.
* Farekulağı otu, sirkeli suda yirmi dakika süreyle kay­natılır. Süzülerek elde edilen posaya, dövülmüş marul ilave edilerek lapa kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Hazırlanan lapa, zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra, ağrıyan yere konarak bandajlanır
[More]
AÇIK ÇIBAN
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Yabani turp, Lahana,Çıban otu, Çavdar unu, Sarmısak, Zeytinyağı
Hazırlanış Şekli:
* Dilimlenmiş yabani turplar ılık su pansumanından sonra, yarım saat ara ile çıbanın üzerine konarak ban­dajlanır.
* Kıyılmış lahana yaprakları, çıban otu ile birlikte on beş dakika süre ile kaynar suda bekletilir. Sıkılarak elde edilen karışım, krem kıvamına gelinceye kadar çavdar unu ilave edilerek zeytinyağı ile yoğrulur. Elde edilen merhem pansumandan sonra yara üzerine sürülerek ban­dajlanır.
* Közde pişirilmiş sarmısaklar çavdar unu ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışım merhem kıvamına gelinceye kadar zeytinyağı ilave edilerek yoğrulur. Elde edilen merhem temiz bir beze yaydırılarak yara üzerine konarak bandajlanır.
[More]
AYAKLARDA NASIR
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Damkoruğu, Eşek marulu (Eşek hıyarı), Sarmısak, Tuz, Soğan suyu
Hazırlanış Şekli:
* Damkoruğu usaresi sarımsakla karıştırılarak nasır ılık suda yumuşatıldıktan sonra sürülür.
* Damkoruğu bitkisinden çıkan büzüştürücü usare nasır üzerine merhem şeklinde sürülür.
* Eşek marulunun yaprağı haşlandıktan sonra, bir mik­tar soğan suyu ilave edilir. Elde edilen merhem tedavi müddetince gün aşırı nasır üzerine sürülür.
* Damkoruğu taze iken nasırın üzerine konulup ayak sarılır.
* Sarmısak havanda dövüldükten sonra, tuz karıştırılır. Elde edilen macun nasıra sürülür.larak yemeklerden sonra birer fincan tedavi süresince içilir.
* Okaliptüs yapraklan çay iriliğinde doğrandıktan sonra bir demliğe konarak kaynatılır. Elde edilen deme bal ilave edilerek günde üç fincan içilir.
[More]
AŞERME
Bulunması Gereken ŞifalıBitkiler:

Kimyon, Nilüfer, Menekşe, Kişniş, Pekmez, Bal
Hazırlanış Şekli:
* Kimyon, on beş dakika süreyle suda kaynatılarak süzülür. Süzülerek elde edilen sıvı, şerbet kıvamına ge­linceye kadar bal ile tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan şerbetten günde üç bardak ısıtılarak içilir.
* Nilüfer çiçekleri, on dakika süreyle kaynar suda bek­letildikten sonra süzülür. Süzülerek elde edilen sıvı, şurup kıvamına gelinceye kadar pekmezle tatlandırılarak karış­tırılır. Hazırlanan şuruptan, kahvaltıdan önce ve ye­meklerden sonra bir fincan ısıtılarak içilir.
* Menekşe çiçekleri, kişniş otu ile birlikte on beş da­kika süreyle kaynak suda bekletilerek süzülür. Sıkılarak elde edilen posa, reçel kıvamına gelinceye kadar bal ile tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan reçelden, yemekler­den önce ve sonra birer tatlı kaşığı yenir.
[More]
ASTIM (NEFES DARLIĞI)
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Tatula yaprakları, Isırgan otu, Devetabanı, Yavşan otu, Bayır turpu, Nane
Hazırlanış Şekli:
* Taze tatula yaprakları, bir müddet güneşte kurutulur. Kurutulan yapraklar rulo halinde sarıldıktan sonra, belirli aralarla sigara gibi içilir.
* Isırgan yaprakları, dövülmüş devetabanı yaprakları ile birlikte, yirmi dakika süreyle suda kaynatılarak süzülür.
Süzülerek elde edilen sıvı, bir kaba boşaltılarak günboyu dinlendirilir. Dinlendirilen sıvıdan, bir bardak içme su­yuna yarım fincan sıvı karıştırılarak yemeklerden önce bir bardak içilir.
* Yavşan otu, dilimlenmiş bayır turpu ile birlikte yarım saat süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvıya, nane suyu karıştırıldıktan sonra bir kaba boşaltı­larak dinlendirilir. Dinlendirilen sıvıdan, tedavi süresince yarı oranında içme suyuna karıştırılarak yemeklerden sonra bir bardak içilir.
[More]
ARPACIK
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Ebegümeci, Gözotu, Sarmısak, Cersiye, Çavdar, Zeytin yağı
Hazırlanış Şekli:
* Ebegümeci, gözotu ile birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posaya çavdar unu karıştırılarak, pomad kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Hazırlanan pomad zeytinyağı ile yumuşatıldıktan sonra arpacık olan mahale günaşırı sürülür.
* Sarımsaklar, cersiye tohumu ile birlikte havanda dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, merhem kıvamına ge­linceye kadar çavdar unu karıştırılarak zeytinyağı ile yoğrulur. Hazırlanan merhemden, ılık su pansumanından sonra arpacık üzerine sürülür.
* Sarmısaklar havanda dövülerek ezilir, sıkılarak elde edilen sıvı bir fincana doldurularak dinlendirilir. Ilık su pansumanından sonra dinlendirilen sıvıya batırılmış bir pamukla sabah-akşam kompres yapılır.
[More]
ANNE SÜTÜNÜ ÇOĞALTMA
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Rezene, Havuç, Süt otu, Sahlep, Pırasa, Bal
Hazırlanış Şekli:
* Rezene bitkisi kurutularak toz haline getirilir. Sıcak suda on dakika kaynatıldıktan sonra tülbentle süzülür. Elde edilen sıvıdan, günde üç su bardağı yemekten sonra içilir.
* Rendelenmiş havuç, süt otu ile birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır, sıkılarak elde edilen posaya, lapa kıvamına gelinceye kadar sahlep tozu ilave edilerek bal ile karıştırılır. Hazırlanan lapadan, yemeklerden önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.
* Pırasa tohumları sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, sahlep tozu ilave edilerek, macun kıvamına gelinceye kadar bal ile yoğrulur. Hazırlanan ma­cundan, yemeklerden önce birer kaşık yenir.
[More]
ALERIİT (DERİ HASTALIĞI)
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Üzerlik otu, Akşam safası, Hatmi çiçeği, Acur, Gül yaprağı, Meneviş yağı
Hazırlanış Şekli:
* Üzerlik otu, akşam safası ile birlikte kurutulup ha­vanda dövülür. Elde edilen karışıma, merhem kıvamına gelinceye kadar, dövülmüş acur ilave edilerek meneviş yağıyla yoğrulur. Hazırlanan merhemden, banyodan iki saat önce alerjit olan bölgeye sürülür.
* Kurutulan gül yaprağı üzerine iki litre sıcak su dökülür. İki saat dinlendirildikten sonra süzülür. Elde edi­len sıvıdan, banyo suyuna karıştırılarak sabah ve akşam oturak banyosu yapılır.
* Hatmi çiçeği yaprağı, acur ile ezilerek lapa haline ge­tirilir. Elde edilen lapaya, merhem kıvamına gelinceye kadar, dövülmüş üzerlik otu tohumu ilave edilerek badem yağı ile yoğrulur. Hazırlanan karışım, banyodan iki saat önce alerjit olan bölgeye sürülür.
[More]
ALERJİ
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:
Hatmi çiçeği, Darı, Şahtere otu, Ravend-çini otu, Acı yonga, Sığırkuyruğu otu, Pamuk yağı
Hazırlanış Şekli:
* Hatmi çiçekleri, on beş dakika süreyle suda kay­natılır. Sıkılarak elde edilen sıvıya, pomad kıvamına ge­linceye kadar, darı unu ilave edilerek pamuk yağı ile yoğrulur. Ilık su pansumanından sonra alerji olan mahale masaj yapılarak sürülür.
* Şahtere otunun çiçekleri, ravend-çini otuyla birlikte tuzlu suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Süzülerek elde edilen posaya, merhem kıvamına gelinceye kadar darı unu karıştırılarak yoğrulur. Hazırlanan merhem pamuk yağı ile yumuşatıldıktan sonra alerji olan mahale sürülür.
* Acı gonca yaprakları, sığırkuyruğu otu ile birlikte tuzlu suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Dinlendirilen sıvıdan, banyo suyuna karıştırılarak günaşırı el, ayak ve yüz banyosu yapılır.
[More]
AKUT KARIN AĞRISI
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler:

Arpa, Sarmısak, Papatya, Limon, Yoğurt, Bal
Hazırlanış Şekli:
* Bir avuç arpa, kıyılmış sarımsakla birlikte yarım saat süreyle suda kaynatılır. Ezilerek elde edilen posaya yoğurt ilave edilerek, lapa kıvamına gelinceye kadar rendelenmiş limon kabukları ile yoğrulur. Hazırlanan lapadan, ısıtıl­dıktan sonra yemeklerden önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.
* Bir avuç papatya çiçeği, on beş dakika süreyle kaynar suda bekletilerek süzülür. Demlemeden süzülerek elde edi­len sıvı, şerbet kıvamına gelinceye kadar bal ile tatlan­dırılarak karıştırılır. Tedavi süresince hazırlanan şerbet­ten, ısıtılarak günde üç bardak içilir.
-* Rendelenmiş limon kabuklan, yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvıya, şurup kıva­mına gelinceye kadar papatya unu ilave edilerek bal ile karıştırılır. Hazırlanan şuruptan, tedavi süresince günde üç fincan ısıtılarak içilir.
[More]