0 (sıfır) kan gurubundan bir kadının, değişik bir guruptan (örneğin, A ya da B) bir erkekle evlendiğinde, babasıyle aynı kan gurubundan olan bir çocuğa gebe kalırsa, antigrup olarak nitelenen bağışıklık cisimleri üretebildiği görülmüştür. Zorunluluk halinde, bu kadına da Rh negatif kadınlara uygulanana benzer bir bağışıklık kazandır-ma işlemi uygulanır.
Bu ise, gebeliğin başından itibaren, anne ve kocasının sadece Rhesus'lerinin değil, karşılıklı kan guruplarının da bi-
linmesinin zorunlu olduğunu, bir kez daha tanıtlar.
[More]
Bu ise, gebeliğin başından itibaren, anne ve kocasının sadece Rhesus'lerinin değil, karşılıklı kan guruplarının da bi-
linmesinin zorunlu olduğunu, bir kez daha tanıtlar.
RHESUS ETKENİ
Rhesus etkeni kişilerin kanlarını birbirinden ayıran en önemli özelliktir. Landsteiner ve Wiener adlı bilginler 1940'ta, Macacus Rhesus maymunlarının alyuvarlarında özel bir madde keşfetmişler ve buna "Rhesus etkeni" adını vermişlerdir. Daha sonra, bu etkenin insanların yüzde 82'sinin alyuvarlarında varolduğu ortaya çıkarılmıştır; insanların yüzde 18'inde bu madde yoktur. Rhesus etkeni taşıyan kişilerin kanı "Rh pozitif", bu etkeni taşımayanların kanı ise"Rh negatif" olarak adlandırılır. "Rh negatif" ve "Rh pozitif" kişiler arasında yapılacak bir kan alışverişi bazı tehlikeler gösterir: örneğin, bir kan verme işlemi sırasında, Rh negatif bir kişi, Rh pozitif kan alırsa, çok ciddi bir tehlike ortaya çıkar.
Döl ütün kanıyle annenin kanı arasındaki bir uyuşmazlık ciddi tehlikelere yol açabilir. Rh negatif bir kadınla Rh pozitif bir erkeğin birleşmesinden doğan çocuk, babası gibi, Rh pozitif kan taşıyabilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, dölüt, anneninkinden bağımsız olarak dolaşan kendi kanını kendisi üretir. Bununla birlikte, son aracılığıyle, dölüt kanının çok küçük de olsa bir bölümü annenin kan dolaşım sistemine sızabilir. Rh negatif bir annenin vücudu, bu durumda, kendini savunmak için, bağışıklık cisimleri üretir. Bu bağışıklık cisimleri de sondan geçerek, çocuğun alyuvarlarını yok ederler. Bu durumda hemoli-tik denilen bir çeşit kansızlık ortaya çıkar.
Bu hastalık, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin miktarına bağlı olarak az ya da çok tehlikeli olur. Bu nedenle, Rh negatif bir kadın, gebeliğin başından itibaren, sık sık kan tahlilleri yaptırarak vücudundaki "bağışıklık cisimleri oranını", yani kanında bulunan Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarını denetlemelidir.
Eğer bağışıklık cisimleri oranı çok yüksek ise (ki bir doğumda birden çok çocuk doğuran kadınlarda, gebeliğin sonunda, durum genellikle böyledir), doktor çoğu kez doğumu erkene almayı öğütler. Bu durumda, genellikle sezaryene başvurulur. Bebekte özel bir durum görülürse, hemen kanı değiştirilir. Dölütün Rh pozitif etkeninin Rh negatif anne üzerindeki etkisini ortadan kaldırabilecek ve sonuç olarak, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin saldırısına uğradığı zaman Rh pozitif dölütte meydana gelen karışıklıkları önleyebile-
cek birçok çözüm yolları araştırılmaktadır.
örneğin, dölütün karın zarı boşluğuna hemolitik hastalığın yok ettiği kanı karşılayacak şekilde Rh negatif alyuvarlar şırınga etme olanağı araştırılmıştır. Dölütün bir bacağını çıkarmak ve damarlardan birinden kan vermek amacıy-ledölyatağı çeperini kesme, daha sonra doğumu beklemek üzere çocuğu yeniden dölyatağına kapama yolları da denenmiştir. Ancak bu işlemler kolayca gerçekleştirilemeyen son derece güç ameliyatlardır. En çıkar yol ciddi durumlarda bebeğin kanını değiştirmektir. Rh uyuşmazlığından doğan kansızlığa çok sık rastlanmaz. İstatistiklere göre oran 1666 gebelikte 1'dir. Ayrıca, Rh pozitif bir çocuğun varlığının Rh negatif annede zorunlu olarak bağışıklık cisimleri üretimine yol açmadığını da belirtmek gerekir. Rh negatif bir kadının ilk gebeliği genellikle kazasız geçer. (Tabii daha önceleri anneye Rh pozitif kan verilmemişse.) Çünkü annenin organizması çocuğa zarar verebilecek kadar çok bağışıklık cismi üretecek zaman bulamaz.
İkinci ya da üçüncü gebelik sırasında, annenin kanında Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarı gittikçe artar ve dölüt kansızlık tehlikesiyle daha çok karşılaşır.
Tıp, bugün bu düşüncelere dayanarak, Rhesus sorununu çözmek için başka bir yola girmiştir. Sero-profilaksi adı verilen bu yönteme göre, eğer Rh negatif bir kadına Rh pozitif kan verilmişse, ya da bu kadın daha önce Rh pozitif bir çocuk doğurmuşsa, hatta kanı Rh pozitif olan bir çocuk düşürmüşse, bu kadına, kanında bulunabilecek dölüt alyuvarlarıy-le savaşarak onları yenecek özel serumlar yardımıyle bağışıklık kazandırılır. Böylece, annenin organizması artık Rh yok edici bağışıklık cisimleri üretmez ve sonuç olarak kadının daha sonraki gebelik durumunda çıkabilecek güçlükler başından önlenmiş olur.
[More]
Rhesus etkeni kişilerin kanlarını birbirinden ayıran en önemli özelliktir. Landsteiner ve Wiener adlı bilginler 1940'ta, Macacus Rhesus maymunlarının alyuvarlarında özel bir madde keşfetmişler ve buna "Rhesus etkeni" adını vermişlerdir. Daha sonra, bu etkenin insanların yüzde 82'sinin alyuvarlarında varolduğu ortaya çıkarılmıştır; insanların yüzde 18'inde bu madde yoktur. Rhesus etkeni taşıyan kişilerin kanı "Rh pozitif", bu etkeni taşımayanların kanı ise"Rh negatif" olarak adlandırılır. "Rh negatif" ve "Rh pozitif" kişiler arasında yapılacak bir kan alışverişi bazı tehlikeler gösterir: örneğin, bir kan verme işlemi sırasında, Rh negatif bir kişi, Rh pozitif kan alırsa, çok ciddi bir tehlike ortaya çıkar.
Döl ütün kanıyle annenin kanı arasındaki bir uyuşmazlık ciddi tehlikelere yol açabilir. Rh negatif bir kadınla Rh pozitif bir erkeğin birleşmesinden doğan çocuk, babası gibi, Rh pozitif kan taşıyabilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, dölüt, anneninkinden bağımsız olarak dolaşan kendi kanını kendisi üretir. Bununla birlikte, son aracılığıyle, dölüt kanının çok küçük de olsa bir bölümü annenin kan dolaşım sistemine sızabilir. Rh negatif bir annenin vücudu, bu durumda, kendini savunmak için, bağışıklık cisimleri üretir. Bu bağışıklık cisimleri de sondan geçerek, çocuğun alyuvarlarını yok ederler. Bu durumda hemoli-tik denilen bir çeşit kansızlık ortaya çıkar.
Bu hastalık, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin miktarına bağlı olarak az ya da çok tehlikeli olur. Bu nedenle, Rh negatif bir kadın, gebeliğin başından itibaren, sık sık kan tahlilleri yaptırarak vücudundaki "bağışıklık cisimleri oranını", yani kanında bulunan Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarını denetlemelidir.
Eğer bağışıklık cisimleri oranı çok yüksek ise (ki bir doğumda birden çok çocuk doğuran kadınlarda, gebeliğin sonunda, durum genellikle böyledir), doktor çoğu kez doğumu erkene almayı öğütler. Bu durumda, genellikle sezaryene başvurulur. Bebekte özel bir durum görülürse, hemen kanı değiştirilir. Dölütün Rh pozitif etkeninin Rh negatif anne üzerindeki etkisini ortadan kaldırabilecek ve sonuç olarak, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin saldırısına uğradığı zaman Rh pozitif dölütte meydana gelen karışıklıkları önleyebile-
cek birçok çözüm yolları araştırılmaktadır.
örneğin, dölütün karın zarı boşluğuna hemolitik hastalığın yok ettiği kanı karşılayacak şekilde Rh negatif alyuvarlar şırınga etme olanağı araştırılmıştır. Dölütün bir bacağını çıkarmak ve damarlardan birinden kan vermek amacıy-ledölyatağı çeperini kesme, daha sonra doğumu beklemek üzere çocuğu yeniden dölyatağına kapama yolları da denenmiştir. Ancak bu işlemler kolayca gerçekleştirilemeyen son derece güç ameliyatlardır. En çıkar yol ciddi durumlarda bebeğin kanını değiştirmektir. Rh uyuşmazlığından doğan kansızlığa çok sık rastlanmaz. İstatistiklere göre oran 1666 gebelikte 1'dir. Ayrıca, Rh pozitif bir çocuğun varlığının Rh negatif annede zorunlu olarak bağışıklık cisimleri üretimine yol açmadığını da belirtmek gerekir. Rh negatif bir kadının ilk gebeliği genellikle kazasız geçer. (Tabii daha önceleri anneye Rh pozitif kan verilmemişse.) Çünkü annenin organizması çocuğa zarar verebilecek kadar çok bağışıklık cismi üretecek zaman bulamaz.
İkinci ya da üçüncü gebelik sırasında, annenin kanında Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarı gittikçe artar ve dölüt kansızlık tehlikesiyle daha çok karşılaşır.
Tıp, bugün bu düşüncelere dayanarak, Rhesus sorununu çözmek için başka bir yola girmiştir. Sero-profilaksi adı verilen bu yönteme göre, eğer Rh negatif bir kadına Rh pozitif kan verilmişse, ya da bu kadın daha önce Rh pozitif bir çocuk doğurmuşsa, hatta kanı Rh pozitif olan bir çocuk düşürmüşse, bu kadına, kanında bulunabilecek dölüt alyuvarlarıy-le savaşarak onları yenecek özel serumlar yardımıyle bağışıklık kazandırılır. Böylece, annenin organizması artık Rh yok edici bağışıklık cisimleri üretmez ve sonuç olarak kadının daha sonraki gebelik durumunda çıkabilecek güçlükler başından önlenmiş olur.
Gebeliğin on ikinci haftasından itibaren embriyo insan biçimini alır ve cinsiyeti belirlemeğe başlar. Yaklaşık olarak yedi santimetre boyunda olan dölütün başı, gövdesine oranla çok büyüktür. Gelişmesinin bu döneminde embriyoya dölüt adı verilir.
Ertesi ay, dölütün ağırlığı ve boyu büyük bir hızla artar. Yaklaşık olarak sekiz santimetre olan boyu 18 santimetreye ulaşır; ağırlığı da 45 gr. danf 225 gr.a çıkar. Büyüme bu hızla devam etmiş olsaydı çocuğun doğumda 250 kilo gelmesi gerekirdi.
Dölütün derisi çok ince olduğundan kan damarlarını gösterir. Önceleri alın ve çenesini sonra da bütün vücudunu hafif tüyler kaplar; sekizinci ayda bu tüyler kaybolur. Gebeliğin ikinci ayından sonra dölüt annenin duymadığı çok hafif hareketler yapmağa başlar. Anne çocuğunun hareket etmeğe başladığını dördüncü ay sırasında duymağa başlayacaktır. Beşinci aydan itibaren, kalp atışları kuvvetlenir ve stetoskop ile dinlenebilir hale gelir.
Anne ve doktorun çocuğu "duymaları" gibi çocuk da onları duyabilir. Çocuk da anne kalbinin atışlarını seçer, dış dünyadan gelebilecek çok şiddetli gürültülere, kasılarak tepki gösterir. Gebeliğin altıncı ayında daha belirli bir hale gelen dölütün hareketlerinin amacı
kaslarını kuvvetlendirmektir. Yerini değiştirmekten yorulunca bacaklarını büzer, kollarını göğsünün üzerine çapraz bir biçimde yerleştirir ve dinlenme durumunu alır. Kendini ana karnı dışındaki yaşama hazırlamak için sarfedeceği kuvvet sadece bununla kalmaz. Amni-yos sıvısından birkaç damla yutarak 5/ıerk bir biçimde beslenmeyi de öğrenir. Yeni doğan bebeğin, henüz hiç bir besin almamışken, mekonyum ismi verilen koyu renkli kendine özgü bir dışkı salması bu olayın kanıtıdır. Dölyatağı içi yaşamın son üç ayı boyunca, dölü-tün kanı globülin bakımından zenginleşir; globülinin büyük bir kısmı son tarafından oluşturulur. Altıncı ayın sonunda, dölüt, yaklaşık olarak bir kilo ağırlığında ve 30-50 cm. boyundadır. Ertesi ay yani yedinci aydadölütün ağırlığı 800 gr. arttığı gibi boyu da yaklaşık olarak 5 cm. uzar. Artık biçimi kesinleşmiştir, organları arasında uyum sağlanmıştır. Deri daha az kırmızıdır; ancak deri altı yağı bulunmadığından buruşuktur. Dölüt giderek daha etkin olmağa başlar, bacaklarını sallar, yutkunur, bazen hıçkırığı bile olur. Bundan dört hafta sonra ağırlığı 2,5 kg. boyu da 45 cm. olur. Artık annesinin vücudunda geçireceği zamanı azalmıştır. Çocuğu daha tombul gösterecek küçük yağ kesecikleri oluşur, tırnakları sertleşir saçları kirpikleri çıkar, kaş kemeri üzerinde hafif bir tüylenme oluşur. Dokuz aylık hazırlanış devresinden sonra çocuk artık doğuma hazırdır. Boyu aşağı yukarı 50 cm. ağırlığı da 3,5 kilodur.
Doğa doğum için gerekli herşeyi hazırlamağa başlar; göğüs kemerinin altına ulaşmış olan dölyatağı, anneye daha rahat nefes alma olanağını vermek için 5-10 cm. aşağı iner. Çocuk baş aşağı dölyatağı boğazına yönelerek son durumunu alır.
Bu döneme gelebilmek için yedi aylık zorlu bir hazırlanma süresi gerekmiştir. Yumurtacık ve spermatozoidin karşılaşmaları, kromozomlar ve genler sayesinde, yeni kişinin temel niteliklerini belirlemiştir. Döllenen yumurtacık, liflerinin yardımıyle, dölyatağı oyuğuna yerleşmiştir. Son ve göbek kordonu, anne kanında bulunan oksijen ve besleyici maddelerin çocuğunkine geçmesini sağlamıştır. Üçüncü ayın sonuna kadar embriyo böyle gelişmiştir. Dölüt büyük bir hızla büyüyerek üçüncü aydan dokuzuncu aya kadar 8 cm.'den 50 cm.'ye uzadığı gibi, 45 gr. ağırlıktan yaklaşık olarak 3,5 kiloya ulaşmıştır. Doğum dönemine gelen bebek yaşamak için gereksindiği tüm gereçlere sahiptir. Beslenmesi ve fiziksel rahatlığı için annesine bağımlıdır ama nefes almasını, kendi sıcaklığını ayarlamasını, zehirlerini atmasını sağlayan, mekanizmalara sahiptir artık.
[More]
Ertesi ay, dölütün ağırlığı ve boyu büyük bir hızla artar. Yaklaşık olarak sekiz santimetre olan boyu 18 santimetreye ulaşır; ağırlığı da 45 gr. danf 225 gr.a çıkar. Büyüme bu hızla devam etmiş olsaydı çocuğun doğumda 250 kilo gelmesi gerekirdi.
Dölütün derisi çok ince olduğundan kan damarlarını gösterir. Önceleri alın ve çenesini sonra da bütün vücudunu hafif tüyler kaplar; sekizinci ayda bu tüyler kaybolur. Gebeliğin ikinci ayından sonra dölüt annenin duymadığı çok hafif hareketler yapmağa başlar. Anne çocuğunun hareket etmeğe başladığını dördüncü ay sırasında duymağa başlayacaktır. Beşinci aydan itibaren, kalp atışları kuvvetlenir ve stetoskop ile dinlenebilir hale gelir.
Anne ve doktorun çocuğu "duymaları" gibi çocuk da onları duyabilir. Çocuk da anne kalbinin atışlarını seçer, dış dünyadan gelebilecek çok şiddetli gürültülere, kasılarak tepki gösterir. Gebeliğin altıncı ayında daha belirli bir hale gelen dölütün hareketlerinin amacı
kaslarını kuvvetlendirmektir. Yerini değiştirmekten yorulunca bacaklarını büzer, kollarını göğsünün üzerine çapraz bir biçimde yerleştirir ve dinlenme durumunu alır. Kendini ana karnı dışındaki yaşama hazırlamak için sarfedeceği kuvvet sadece bununla kalmaz. Amni-yos sıvısından birkaç damla yutarak 5/ıerk bir biçimde beslenmeyi de öğrenir. Yeni doğan bebeğin, henüz hiç bir besin almamışken, mekonyum ismi verilen koyu renkli kendine özgü bir dışkı salması bu olayın kanıtıdır. Dölyatağı içi yaşamın son üç ayı boyunca, dölü-tün kanı globülin bakımından zenginleşir; globülinin büyük bir kısmı son tarafından oluşturulur. Altıncı ayın sonunda, dölüt, yaklaşık olarak bir kilo ağırlığında ve 30-50 cm. boyundadır. Ertesi ay yani yedinci aydadölütün ağırlığı 800 gr. arttığı gibi boyu da yaklaşık olarak 5 cm. uzar. Artık biçimi kesinleşmiştir, organları arasında uyum sağlanmıştır. Deri daha az kırmızıdır; ancak deri altı yağı bulunmadığından buruşuktur. Dölüt giderek daha etkin olmağa başlar, bacaklarını sallar, yutkunur, bazen hıçkırığı bile olur. Bundan dört hafta sonra ağırlığı 2,5 kg. boyu da 45 cm. olur. Artık annesinin vücudunda geçireceği zamanı azalmıştır. Çocuğu daha tombul gösterecek küçük yağ kesecikleri oluşur, tırnakları sertleşir saçları kirpikleri çıkar, kaş kemeri üzerinde hafif bir tüylenme oluşur. Dokuz aylık hazırlanış devresinden sonra çocuk artık doğuma hazırdır. Boyu aşağı yukarı 50 cm. ağırlığı da 3,5 kilodur.
Doğa doğum için gerekli herşeyi hazırlamağa başlar; göğüs kemerinin altına ulaşmış olan dölyatağı, anneye daha rahat nefes alma olanağını vermek için 5-10 cm. aşağı iner. Çocuk baş aşağı dölyatağı boğazına yönelerek son durumunu alır.
Bu döneme gelebilmek için yedi aylık zorlu bir hazırlanma süresi gerekmiştir. Yumurtacık ve spermatozoidin karşılaşmaları, kromozomlar ve genler sayesinde, yeni kişinin temel niteliklerini belirlemiştir. Döllenen yumurtacık, liflerinin yardımıyle, dölyatağı oyuğuna yerleşmiştir. Son ve göbek kordonu, anne kanında bulunan oksijen ve besleyici maddelerin çocuğunkine geçmesini sağlamıştır. Üçüncü ayın sonuna kadar embriyo böyle gelişmiştir. Dölüt büyük bir hızla büyüyerek üçüncü aydan dokuzuncu aya kadar 8 cm.'den 50 cm.'ye uzadığı gibi, 45 gr. ağırlıktan yaklaşık olarak 3,5 kiloya ulaşmıştır. Doğum dönemine gelen bebek yaşamak için gereksindiği tüm gereçlere sahiptir. Beslenmesi ve fiziksel rahatlığı için annesine bağımlıdır ama nefes almasını, kendi sıcaklığını ayarlamasını, zehirlerini atmasını sağlayan, mekanizmalara sahiptir artık.
Yirmi birinci gün civarında iki milimetre uzunluğunda olan embriyo şekillenmeğe başlar. Uçlarından birinde bir şişkinlik belirli hale gelir; bu kabarıklık içinde beynin oluşmağa başladığı başdır. Kısa bir süre sonra, henüz taslak halinde olan kalp atmağa başlar. Döllenmeden yaklaşık olarak otuz gün sonra, daha sonra kol ve bacağa dönüşecek şişkinlikler ortaya çıkar. On gün sonra avuç içleri, burun, göz ve ağız boşluğu seçilebilir hale gelir. Bu arada sinir sistemi gelişir ve beyin kıvrımları belirir.
[More]
Çocuk, gelişmesi için gereksindiği oksijen ve besleyici maddeleri, annesinin kanından sağlar; bu da son (plasenta) sayesinde gerçekleşir. Yumurtacığın ince lifler yardımıyle dölyatağına tutunduğu sırada oluşan yuvarlak cisme son denir. Son, döllenmiş yumurtacığın yuva yapmasını kolaylaştıran progesteron hormonunun üretimini uyaran özel hormonlarla annede olduğu kadar çocukta da bulaşıcı hastalıkları önleyen globülin denilen maddeler oluşturur. Anne kanı dölütün kanına karışmaz. Son bir filtre görevi görür; bakterilerin büyük bir kısmını tutar ama virüsler üzerinde etkisi yoktur. Bu nedenle, anne grip ya da kızamıkçık gibi virüs hastalıklarına yakalanırsa bunlar çocuğa geçebilir. Anneyi tedavi etmek için verilen penisilin ve sülfamitler plasentadan geçtiği için çocuk da bu arada tedavi edilmiş olur. Son, nikotin, alkollü içkiler bazı uyuşturucu ilâçlar, zehirli besin ler gibi maddeleri süzmediği için, bu maddeler çocuğu tehlikeye sokabilir. Bu nedenle, gebe kadınların sigara kullanmamaları, alkollü içki içmemeleri ve doktor tarafından verilmemiş olan bir ilâcı almamaları gerekir. Dölyatağı dışında yaşayabileceği ana, yani doğana dek, yeni varlığın yaşayabilmesi için gerekli olan koşulları doğa böylelikle sağlar. Döllenen yumurtacığın çekirdeğinde, çocuğun organlarını
oluşturacak çeşitli dokular ayrımlaşmağa başlar.
[More]
oluşturacak çeşitli dokular ayrımlaşmağa başlar.
Gebe kaldığını anlayan bir kadının, kadın hastalıkları doktoruna sorduğu ilk soru "çocuğum ne zaman doğacak" olmaktadır. Kuramsal olarak gebelik 280 gün sürer. Gebeliğin başlangıcı görülmeyen âdetten önceki 16 -12 gün arasındaki yumurtlama devresidir. Ancak bu hesaplamanın, çok yaklaşık bir bilgi vermeden öteye gitmediğini de hatırlatmakta yarar vardır. Tartışma kabul etmez kesinlikte bir doğum tarihi saptamak olanaksızdır. Bunun nedeni de, gebeliğin başlangıç tarihinin kesin olmamasıdır. Genç kadın genellikle son âdetin tarihinden yola çıkar. Oysa, gebelik başlamış olduğu halde, bir ya da iki ay boyunca, âdet görme tarihinde kanama görülebilir. Bu "yalancı âdet görmeler" anneyi yanıltabilir. Yumurtlamanın normalden daha değişik bir tarihte gerçekleşmesi de mümkündür. Gebelik süresinin, kadının âdet çevriminin uzun luğuyle sıkıca bağlantılı olduğu da sanılmaktadır. Âdet çevrimi uzunsa, gebelik dönemi de uzun olmaktadır. İki âdet arasında 22 - 28 günlük ara varsa gebelik yaklaşık olarak 270 gün, bu fark 30 - 35 gün ise gebelik yaklaşık olarak 288 gün sürmektedir. Günümüzde, çocuğun erken doğumu halinde, endişelenmek için hiç bir neden yoktur. Altıncı ayın bitiminden sonra doğan bebekler kuvözler ve iyi bakım sayesinde birkaç haftada, zamanında doğan çocukların boyuna ve kilosuna ulaşmaktadırlar. Buna karşılık gebelik
süresini geçirmemek çok dikkat edilmesi gereken önemli bir konudur. Gebelik süresi bittiği halde doğum olmamışsa, bazı güçlükler başgösterebilir. Gelişmeğe devam eden dölütün boyutları doğumu güçleştirebilir; ayrıca son (plasenta) eskimeye başladığından dö-lütü yeterince besleyemez. Cölüt böylece ağırlık ve direncini yitirerek, henüz dölyatağının içindeyken ya da doğar doğmaz ölüm tehlikesiyle yüz yüze gelir, işte bu yüzden, geç doğan bebekler genellikle buruşuk yüzlü olurlar. Doktor uzayan bir gebelik durumunda, dölütün sağlık durumunu öğrenmek için dölyatağı sıvısını incelemek ister. Çok kolay bir müdahale ile dölyatağından alınan bu sıvının laboratuvarda incelenmesine amnioskopi denir. Bu inceleme sonucunda, sıvıda bazı bozukluklar görülürse, dölyatağında kasılmalar uyandıran bir hormon iğnesi yapılarak doğum hızlandırılır. Amnioskopiye girişmeden önce, doktorun, doğum için tahmin edilen tarihi bilmesi gerekir. Anne, gebe kaldığı tarihi bildirerek bu konuda doktora yardımcı olur. Gebe kadın, özellikle son âdetin özelliklerini belirtir. Son âdetin eski âdetlerden değişik olması, daha az olması "yalancı âdet görme" olasılığını akla getirir. Böyle bir durumda, gebelik sanıldığından bir ay önce başlamıştır.
Bir başka ölçü de, annenin dölütün ilk kıpırdanışlarını duymağa başladığı tarihtir.
[More]
süresini geçirmemek çok dikkat edilmesi gereken önemli bir konudur. Gebelik süresi bittiği halde doğum olmamışsa, bazı güçlükler başgösterebilir. Gelişmeğe devam eden dölütün boyutları doğumu güçleştirebilir; ayrıca son (plasenta) eskimeye başladığından dö-lütü yeterince besleyemez. Cölüt böylece ağırlık ve direncini yitirerek, henüz dölyatağının içindeyken ya da doğar doğmaz ölüm tehlikesiyle yüz yüze gelir, işte bu yüzden, geç doğan bebekler genellikle buruşuk yüzlü olurlar. Doktor uzayan bir gebelik durumunda, dölütün sağlık durumunu öğrenmek için dölyatağı sıvısını incelemek ister. Çok kolay bir müdahale ile dölyatağından alınan bu sıvının laboratuvarda incelenmesine amnioskopi denir. Bu inceleme sonucunda, sıvıda bazı bozukluklar görülürse, dölyatağında kasılmalar uyandıran bir hormon iğnesi yapılarak doğum hızlandırılır. Amnioskopiye girişmeden önce, doktorun, doğum için tahmin edilen tarihi bilmesi gerekir. Anne, gebe kaldığı tarihi bildirerek bu konuda doktora yardımcı olur. Gebe kadın, özellikle son âdetin özelliklerini belirtir. Son âdetin eski âdetlerden değişik olması, daha az olması "yalancı âdet görme" olasılığını akla getirir. Böyle bir durumda, gebelik sanıldığından bir ay önce başlamıştır.
Bir başka ölçü de, annenin dölütün ilk kıpırdanışlarını duymağa başladığı tarihtir.
DOKTOR YÖNETİMİNDE NORMAL DOĞUM
Daha önce de görüldüğü gibi, normal doğum sırasında doktor, zaman zaman müdahale ederek dölyatağının kasılmalarını hızlandırmakta, daha etkin kılmaktadır. Bu müdahale, genellikle, "ositosik" adı verilen hormonların ağız ya da damarlar yoluyle vücuda verilmesine dayanır.
Doktorların dölyatağı tembelliği diye adlandırdıkları ve dölyatağı kasılmalarının kendi kendine başlayamadığı gebelik durumlarında da, doğum işlemine başlıyabilmek için aynı yönteme başvurularak vücuda hormon verilir. Verile-34
cek hormonların dozu hastaya göre değişir; dozu ancak doktor ayarlayabilir. Verilen her türlü ilâcın dozu çok önemlidir; bu doz, yaratacağı etkiler düşünülerek titizlikle saptanır. Örneğin, aşırı miktarda verilecek hormon dölyatağının, düzenli gevşemeler yapmasına izin vermeyerek sürekli olarak kasılma durumunda kalmasına, dolayısıyle çocuğun acı çekmesine belki de ölmesine yol açar.
Dölyatağı kasları kasılıp gevşemeye daha az alışık olan yeni annelerde hormon verme işlemi daha tehlikeli bir durum gösterir. Bu yüzden de, ilk kez doğum yapan bir kadın, doktorundan doğum iş-
leminin süresini olabildiği kadar kısaltmasını istediğinde, ondan sabırlı olması, dayanması gerektiği cevabını alacak veya doktor sezaryen ameliyatını tercih edecektir.
Sonuç olarak, sezaryenin doğum acılarını ortadan kaldırmadığı yalnız doğum süresini kısalttığı görülmektedir. Bu arada bir de doktora, duruma her an tam anlamıyla egemen olabilme olanağı vermektedir.
[More]
Daha önce de görüldüğü gibi, normal doğum sırasında doktor, zaman zaman müdahale ederek dölyatağının kasılmalarını hızlandırmakta, daha etkin kılmaktadır. Bu müdahale, genellikle, "ositosik" adı verilen hormonların ağız ya da damarlar yoluyle vücuda verilmesine dayanır.
Doktorların dölyatağı tembelliği diye adlandırdıkları ve dölyatağı kasılmalarının kendi kendine başlayamadığı gebelik durumlarında da, doğum işlemine başlıyabilmek için aynı yönteme başvurularak vücuda hormon verilir. Verile-34
cek hormonların dozu hastaya göre değişir; dozu ancak doktor ayarlayabilir. Verilen her türlü ilâcın dozu çok önemlidir; bu doz, yaratacağı etkiler düşünülerek titizlikle saptanır. Örneğin, aşırı miktarda verilecek hormon dölyatağının, düzenli gevşemeler yapmasına izin vermeyerek sürekli olarak kasılma durumunda kalmasına, dolayısıyle çocuğun acı çekmesine belki de ölmesine yol açar.
Dölyatağı kasları kasılıp gevşemeye daha az alışık olan yeni annelerde hormon verme işlemi daha tehlikeli bir durum gösterir. Bu yüzden de, ilk kez doğum yapan bir kadın, doktorundan doğum iş-
leminin süresini olabildiği kadar kısaltmasını istediğinde, ondan sabırlı olması, dayanması gerektiği cevabını alacak veya doktor sezaryen ameliyatını tercih edecektir.
Sonuç olarak, sezaryenin doğum acılarını ortadan kaldırmadığı yalnız doğum süresini kısalttığı görülmektedir. Bu arada bir de doktora, duruma her an tam anlamıyla egemen olabilme olanağı vermektedir.
SEZARYEN AMELİYATI
Günümüzde bazı doktorların, sezaryen ameliyatım büyük bir ustalık ve kolay-
lıkla uyguladıkları bir gerçektir. Bu ameliyata gösterilen geniş ilginin nedenini çoğu kadınların ağrısız ya da norrnal olsun, doğumun sıkıntı ve yorgunluğundan kaçmak istemelerinde aramak gerekir.
Bu gerekçe ile başvurulan sezaryen ame liyatlarına "gereksiz sezaryen" demek yerinde olur. Bu ameliyatlar hem çok fazla masraf gerektirir, hem de doğa kanunlarını zorlamak istemeyen birçok doktorun anlayışına ters düşer. Sezaryenin, annenin vücut yapısına bağlı nedenleri: Bazen, annenin kalçaları ile dölyatağı arasındaki oransızlık sezaryen ameliyatını gerektiren bir neden olabilir. Bu sorun yalnız kalçaların dar veya basık olmasına değil, fakat çocuk kafasının büyüklüğüne de bağlıdır. Çok kere, daha gebeliğin başlangıcında yapılacak dikkatli bir inceleme, doktora, geleceğin annesinin mutlaka sezaryen uygulamasına ihtiyacı olduğu kanısını verebilir, öte yandan,' bazı kadınlar üzerinde yapilacak radyolojik bir ince-
leme, kalçalar çok normal olduğu halde, çocuğun kafasının aşırı büyük olduğu gerçeğini ortaya çıkarırsa yine sezaryene başvurulur. Sezaryen ameliyatını gerektirecek yapısal nedenlere bir de, çocuğun dölyatağı içindeki duruşunun anormal olması eklenebilir, önceleri elle yapılan müdahalelerle düzeltilmeye çalışılan bu durumlarda günümüzde artık sezaryen yöntemi uygulanmaktadır.
Sezaryenin, çocuğun sağlığı ile ilgili nedenleri: Doğum uzmanı yapacağı titiz bir inceleme sonucunda çocuğun, dölyatağı içinde, sağlığı yönünden tehlikeli bir durumda bulunduğunu saptarsa, uzun doğum işlemine girişmek yerine sezaryen ameliyatına başvurarak doğumu bir an önce gerçekleştirmeye karar verebilir.
Sezaryenin annenin sağlığı ile ilgili nedenleri: Kalp yetmezliği veya birtakım başka hastalıklar bulunması nedeniyle anne normal doğum işlemine dayanamayacak durumda ise sezaryene başvurmak yerinde olacaktır, örneğin, şeker hastalarına genellikle sezaryenle doğum yöntemi uygulanır ve böylece hem doğum sırasındaki aksaklıkların önlenmesi, hem de bu hastaların hemen hepsinin çok büyük çocuklar doğurduğu bilindiğinden, bunun yolaçacağı sakıncaların giderilmesi sağlanır. Kısacası'normal doğumun sağlık yönünden tehlikeler gösterdiği durumlarda, bir yandan doğumu gerçekleştirmek, bir yandan da doğum sırasındaki güçlükleri ortadan kaldırmak amacıyle sezaryen uygulanır.
[More]
Günümüzde bazı doktorların, sezaryen ameliyatım büyük bir ustalık ve kolay-
lıkla uyguladıkları bir gerçektir. Bu ameliyata gösterilen geniş ilginin nedenini çoğu kadınların ağrısız ya da norrnal olsun, doğumun sıkıntı ve yorgunluğundan kaçmak istemelerinde aramak gerekir.
Bu gerekçe ile başvurulan sezaryen ame liyatlarına "gereksiz sezaryen" demek yerinde olur. Bu ameliyatlar hem çok fazla masraf gerektirir, hem de doğa kanunlarını zorlamak istemeyen birçok doktorun anlayışına ters düşer. Sezaryenin, annenin vücut yapısına bağlı nedenleri: Bazen, annenin kalçaları ile dölyatağı arasındaki oransızlık sezaryen ameliyatını gerektiren bir neden olabilir. Bu sorun yalnız kalçaların dar veya basık olmasına değil, fakat çocuk kafasının büyüklüğüne de bağlıdır. Çok kere, daha gebeliğin başlangıcında yapılacak dikkatli bir inceleme, doktora, geleceğin annesinin mutlaka sezaryen uygulamasına ihtiyacı olduğu kanısını verebilir, öte yandan,' bazı kadınlar üzerinde yapilacak radyolojik bir ince-
leme, kalçalar çok normal olduğu halde, çocuğun kafasının aşırı büyük olduğu gerçeğini ortaya çıkarırsa yine sezaryene başvurulur. Sezaryen ameliyatını gerektirecek yapısal nedenlere bir de, çocuğun dölyatağı içindeki duruşunun anormal olması eklenebilir, önceleri elle yapılan müdahalelerle düzeltilmeye çalışılan bu durumlarda günümüzde artık sezaryen yöntemi uygulanmaktadır.
Sezaryenin, çocuğun sağlığı ile ilgili nedenleri: Doğum uzmanı yapacağı titiz bir inceleme sonucunda çocuğun, dölyatağı içinde, sağlığı yönünden tehlikeli bir durumda bulunduğunu saptarsa, uzun doğum işlemine girişmek yerine sezaryen ameliyatına başvurarak doğumu bir an önce gerçekleştirmeye karar verebilir.
Sezaryenin annenin sağlığı ile ilgili nedenleri: Kalp yetmezliği veya birtakım başka hastalıklar bulunması nedeniyle anne normal doğum işlemine dayanamayacak durumda ise sezaryene başvurmak yerinde olacaktır, örneğin, şeker hastalarına genellikle sezaryenle doğum yöntemi uygulanır ve böylece hem doğum sırasındaki aksaklıkların önlenmesi, hem de bu hastaların hemen hepsinin çok büyük çocuklar doğurduğu bilindiğinden, bunun yolaçacağı sakıncaların giderilmesi sağlanır. Kısacası'normal doğumun sağlık yönünden tehlikeler gösterdiği durumlarda, bir yandan doğumu gerçekleştirmek, bir yandan da doğum sırasındaki güçlükleri ortadan kaldırmak amacıyle sezaryen uygulanır.
Son aşama
Bebeğe yukarıda anlatılan işlemler uy-gulanı'rkcn. anne, doğum yatağında doğumun son aşamasını yani artık hiç bir görevi kalmayan çocuk sonunun dışarı atılmasını beklemektedir. Dölyatağı birkaç hafif kasılma daha yaparak bunu da dışarı atar.
Bundan sonra, annenin genel bir titreme geçirmesi normaldir; bu endişe yaratmamalıdır. Bu titreme, çocuk sonunun dışarı çıkması sırasında, amnios ke-sesindeki sıvıdan bir miktarının, annenin kanına karışması sonucu meydana gelir. Doktor, çocuk sonunun tamamen dışarı atıldığı, hiç bir yangılanma olasılığı kalmadığı kanısına varıp gerekli son işlemleri tamamlayınca kadın doğum-haneden çıkarılıp yeniden yatağına götürülür.
Harcadığı büyük çaba nedeniyle anne öylesine yorgundur ki, aylardır karnında taşıdığı çocuğunu dünyaya getirmenin mutluluğunu bile tadacak hali yoktur. Kendini dinlenmeye bırakır.
[More]
Bebeğe yukarıda anlatılan işlemler uy-gulanı'rkcn. anne, doğum yatağında doğumun son aşamasını yani artık hiç bir görevi kalmayan çocuk sonunun dışarı atılmasını beklemektedir. Dölyatağı birkaç hafif kasılma daha yaparak bunu da dışarı atar.
Bundan sonra, annenin genel bir titreme geçirmesi normaldir; bu endişe yaratmamalıdır. Bu titreme, çocuk sonunun dışarı çıkması sırasında, amnios ke-sesindeki sıvıdan bir miktarının, annenin kanına karışması sonucu meydana gelir. Doktor, çocuk sonunun tamamen dışarı atıldığı, hiç bir yangılanma olasılığı kalmadığı kanısına varıp gerekli son işlemleri tamamlayınca kadın doğum-haneden çıkarılıp yeniden yatağına götürülür.
Harcadığı büyük çaba nedeniyle anne öylesine yorgundur ki, aylardır karnında taşıdığı çocuğunu dünyaya getirmenin mutluluğunu bile tadacak hali yoktur. Kendini dinlenmeye bırakır.
Çocuğun dışarı atılması
Dışarı atılma aşaması dölyatağı ağzının yeteri kadar genişlediği, yani aşağı yukarı on santimetreyi, (yeni doğan bir çocuğun kafatası çapına eşit bir genişliği) bulduğu anda başlar. Bu aşamada, kadın içten gelen bir kilimle dölyatağındaki çocuğun dışarı çıkarılması gereğini duyar ve böylece kasılmalara yardımcı olur. Kadının, doğum olayının sonuna yaklaşıldığı bu evredeki hareketleri artık gerçek bir itme niteliğini kazanmıştır. Bu durumda kadının do-ğumhaneye alınarak daha rahat edeceği doğum masasına yatırılması gerekir, işte bu andan itibaren, anneden bütün dikkatini toplaması ve doktorlarla tam bir işbirliği yapması istenir. Kadın, apış arası kaslarını düzenli ve uygun bir tempoda kasıp gevşetebilmeyi başarırsa ve önceden öğrendiği solunum biçimlerini rahatlıkla uygulayabilirse, çocuğunun doğumunu çok kolaylaştırır. Kadın bir itme yapacağı zaman, derin bir soluk alarak akciğerlerine hava doldurur ve diyaframın aşağı kayarak dölyatağı üzerine baskı yapmasını sağlamak için soluğunu tutarak karın kaslarını bütün gücüyle kasıp yirmi saniye kadar öne doğru itmeye çalışır. Sonra, karın kaslarının bu gergin durumunu bozmadan ve itme işlemine yeni bir güçle devam edebilmek için hızla soluk verir ve yeniden alır. Dölyatağındaki kasılma sona erdiğinde anne normal solunumuna döner.
Doğum sırasında, çocuğun kafasının dölyolu kanalından rahatça geçmesi, yırtılmalara yol açmaması için apış arası ve kalça kaslarını mümkün olduğu kadar gevşek tutarak itme hareketlerini yapabilmeye alışmak gerekir. Kasların serbest bırakılarak rahatlatılmasının ve doğuma hazırlayıcı jimnastik hareketlerinin üzerinde ısrarla durularak durmadan tekrarlanmasının önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu arada, derin soluk alabilme alışkanlığının, gün ışığını görene kadar epeyce sıkıntı çeken çocuğa da çok yararlı olacağını ve onun daha sağlıklı bir görünümde ve daha canlı doğmasını sağlayacağını unutmamak gerekir.
Çocuğun dışarı itilmesi aşamasında doktor ve ebe sürekli olarak annenin yanında olurlar ve anne de onların direktiflerine göre, yapacağı itmelerin şiddetini
32
ayarlar. Örneğin, çocuğun kafası dışarı çıkarken herhangi bir güçlük ya da terslikle karşılaşılmaması için anneden daha yavaş itmesi istenebilir. Bu durumda, anne, akciğerlerine ve dolayısıyle çocuğuna mümkün olduğu kadar bol miktarda oksijen sağlayabilmek için göğüs kafesini ve karnını şişirerek derin bir soluk almalıdır.
Önceleri birkaç dakika ara ile meydana gelen kasılmalar, daha sonra gittikçe sık-laşır; öte yandan her kasılmanın süresi gittikçe artarak bir veya bir buçuk dakikaya kadar ulaşır.
Kadının, dölyatağının genişleme aşaması boyunca kendini çok iyi denetleyebilmesi gerekir. Bu ise, yalnız çeşitli solunum biçimlerini öğrenmekle yetinmeyip, öğrenilenleri uzun süre çalışmak ve yinelemekle mümkün olabilir. Solunum biçimleri üzerindeki çalışmalar yanında vücudu gevşetme, gevşek tutabilme konusundaki alışkanlık da doğum yapacak annenin iki kasılma süresi arasında kendini rahatlatmasını ve gücünü toplamasını sağlayacaktır.
Kasılmaların yaklaştığını hisseden kadının bunları dikkatle denetlemesi gerekir. Bu denetim, sakin ve yarı karanlık bir yerde çok daha kolay yapılabilir. Dölyatağındaki kasılmaların etkisiyle çocuğu saran koruyucu amnios kesesi yırtılacaktır. içinde özel bir sıvı bulunan bu kese çok dayanıklı çıkar ve kendi kendine yırtılmazsa, doktor bu işi yapay olarak gerçekleştirir. Bu işlem hiç bir acı vermediği gibi tersine doğum olayını çabuklaştırır.
Kadının dölyatağının genişleme aşamasını kısaltmak için yapabileceği hiç bir şey yoktur. Ancak, yukarıda da görüldüğü gibi, uygunsuz hareketlerle dölyatağının sıkışmasına engel olup, onun düzenli bir şekilde kasılmasına olanak sağlayarak genişlemenin en yüksek noktasına, yani çocuğun kafasının geçmesine uygun duruma gelmesine dolaylı bir yardımda bulunabilir.
Bu arada, dölyatağındaki kasılmaların yeteri kadar etkili olmadığı durumlarda, doktor sentetik hormonlardan hazırlanmış bir karışımı damardan şırınga ederek dölyatağı kasılmalarını arttırır. Böylece kasılmaların temposu ve şiddeti arttırılarak genişleme aşaması kısaltılmış olur. Yalnız anne kendine söylenen her şeye tam olarak uysa bile genellikle ilk doğumda yırtılmalar meydana gelebilir. Bu durumlarda yırtılmayı önleyerek çocuğun çıkmasını kolaylaştırmak için dölyolunun ve apış arası kaslarının, doktor tarafından hafifçe yarılması anlamına gelen "episiyotomi" yöntemi uygulanır. Üzerinde yarılma işlemi yapılacak dokular o anda son derecede geril-
miş olacaklarından doktorun bu müdahalesi genellikle hiç acı vermez ve bu yüzden, çok büyük bir kesme yapılmayacaksa uyuşturmaya bile başvurulmaz. Doğumdan sonra, bisturi ile kesilen yerin dikilmesi , zorlamadan ötürü meydana gelecek yırtılmaların tedavisinden çok daha kolaydır ve ilerisi için hiç bir sakıncası yoktur.
Doğum sırasında, bebeğin önce ensesi görünür, sonra kafası birden yukarı doğru kalkarak alın ve yüzü ortaya çıkarır. Bu arada, annenin yanında bulunan doktor ve ebe ona itmelerin şiddetini azaltarak çocuğun omuzlarının ve tüm vücudunun fazla zorluk çekmeden dışarı çıkmasına yardımcı olmasını bir kez daha hatırlatırlar.
Kısa bir süre sonra, anne çocuğunun erkek mi, kız mı, sarışın mı yoksa esmer mi olduğunu öğrenecek, sesini duyacaktır. Bu ses dünyamızın yeni küçük misafirinin ilk özgür hareketini yaptığını, soluk aldığını belirtir. Artık, göbek bağının yardımıyle annesinden oksijen almasına gerek kalmamıştır. Bu nedenle giderek canlılığını yitiren bu bağ önce düğümlenir sonra bebeğin karnının iki santimetre kadar önünden kesilir. Son olarak, bir,hemşire, çocuğun ağzındaki, burnundaki sümüksü maddeyi temizler. Herhangi bir yangılanmayı önlemek için gözlerini dezenfekte eder. Bebeği tartar ve yıkar. Etiketinin üzerine numarası ya da anne ile babanın önceden kararlaştırdıkları adı yazılarak beşiğine yatırılan bebek topluma katılmıştır artık.
[More]
Dışarı atılma aşaması dölyatağı ağzının yeteri kadar genişlediği, yani aşağı yukarı on santimetreyi, (yeni doğan bir çocuğun kafatası çapına eşit bir genişliği) bulduğu anda başlar. Bu aşamada, kadın içten gelen bir kilimle dölyatağındaki çocuğun dışarı çıkarılması gereğini duyar ve böylece kasılmalara yardımcı olur. Kadının, doğum olayının sonuna yaklaşıldığı bu evredeki hareketleri artık gerçek bir itme niteliğini kazanmıştır. Bu durumda kadının do-ğumhaneye alınarak daha rahat edeceği doğum masasına yatırılması gerekir, işte bu andan itibaren, anneden bütün dikkatini toplaması ve doktorlarla tam bir işbirliği yapması istenir. Kadın, apış arası kaslarını düzenli ve uygun bir tempoda kasıp gevşetebilmeyi başarırsa ve önceden öğrendiği solunum biçimlerini rahatlıkla uygulayabilirse, çocuğunun doğumunu çok kolaylaştırır. Kadın bir itme yapacağı zaman, derin bir soluk alarak akciğerlerine hava doldurur ve diyaframın aşağı kayarak dölyatağı üzerine baskı yapmasını sağlamak için soluğunu tutarak karın kaslarını bütün gücüyle kasıp yirmi saniye kadar öne doğru itmeye çalışır. Sonra, karın kaslarının bu gergin durumunu bozmadan ve itme işlemine yeni bir güçle devam edebilmek için hızla soluk verir ve yeniden alır. Dölyatağındaki kasılma sona erdiğinde anne normal solunumuna döner.
Doğum sırasında, çocuğun kafasının dölyolu kanalından rahatça geçmesi, yırtılmalara yol açmaması için apış arası ve kalça kaslarını mümkün olduğu kadar gevşek tutarak itme hareketlerini yapabilmeye alışmak gerekir. Kasların serbest bırakılarak rahatlatılmasının ve doğuma hazırlayıcı jimnastik hareketlerinin üzerinde ısrarla durularak durmadan tekrarlanmasının önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu arada, derin soluk alabilme alışkanlığının, gün ışığını görene kadar epeyce sıkıntı çeken çocuğa da çok yararlı olacağını ve onun daha sağlıklı bir görünümde ve daha canlı doğmasını sağlayacağını unutmamak gerekir.
Çocuğun dışarı itilmesi aşamasında doktor ve ebe sürekli olarak annenin yanında olurlar ve anne de onların direktiflerine göre, yapacağı itmelerin şiddetini
32
ayarlar. Örneğin, çocuğun kafası dışarı çıkarken herhangi bir güçlük ya da terslikle karşılaşılmaması için anneden daha yavaş itmesi istenebilir. Bu durumda, anne, akciğerlerine ve dolayısıyle çocuğuna mümkün olduğu kadar bol miktarda oksijen sağlayabilmek için göğüs kafesini ve karnını şişirerek derin bir soluk almalıdır.
Önceleri birkaç dakika ara ile meydana gelen kasılmalar, daha sonra gittikçe sık-laşır; öte yandan her kasılmanın süresi gittikçe artarak bir veya bir buçuk dakikaya kadar ulaşır.
Kadının, dölyatağının genişleme aşaması boyunca kendini çok iyi denetleyebilmesi gerekir. Bu ise, yalnız çeşitli solunum biçimlerini öğrenmekle yetinmeyip, öğrenilenleri uzun süre çalışmak ve yinelemekle mümkün olabilir. Solunum biçimleri üzerindeki çalışmalar yanında vücudu gevşetme, gevşek tutabilme konusundaki alışkanlık da doğum yapacak annenin iki kasılma süresi arasında kendini rahatlatmasını ve gücünü toplamasını sağlayacaktır.
Kasılmaların yaklaştığını hisseden kadının bunları dikkatle denetlemesi gerekir. Bu denetim, sakin ve yarı karanlık bir yerde çok daha kolay yapılabilir. Dölyatağındaki kasılmaların etkisiyle çocuğu saran koruyucu amnios kesesi yırtılacaktır. içinde özel bir sıvı bulunan bu kese çok dayanıklı çıkar ve kendi kendine yırtılmazsa, doktor bu işi yapay olarak gerçekleştirir. Bu işlem hiç bir acı vermediği gibi tersine doğum olayını çabuklaştırır.
Kadının dölyatağının genişleme aşamasını kısaltmak için yapabileceği hiç bir şey yoktur. Ancak, yukarıda da görüldüğü gibi, uygunsuz hareketlerle dölyatağının sıkışmasına engel olup, onun düzenli bir şekilde kasılmasına olanak sağlayarak genişlemenin en yüksek noktasına, yani çocuğun kafasının geçmesine uygun duruma gelmesine dolaylı bir yardımda bulunabilir.
Bu arada, dölyatağındaki kasılmaların yeteri kadar etkili olmadığı durumlarda, doktor sentetik hormonlardan hazırlanmış bir karışımı damardan şırınga ederek dölyatağı kasılmalarını arttırır. Böylece kasılmaların temposu ve şiddeti arttırılarak genişleme aşaması kısaltılmış olur. Yalnız anne kendine söylenen her şeye tam olarak uysa bile genellikle ilk doğumda yırtılmalar meydana gelebilir. Bu durumlarda yırtılmayı önleyerek çocuğun çıkmasını kolaylaştırmak için dölyolunun ve apış arası kaslarının, doktor tarafından hafifçe yarılması anlamına gelen "episiyotomi" yöntemi uygulanır. Üzerinde yarılma işlemi yapılacak dokular o anda son derecede geril-
miş olacaklarından doktorun bu müdahalesi genellikle hiç acı vermez ve bu yüzden, çok büyük bir kesme yapılmayacaksa uyuşturmaya bile başvurulmaz. Doğumdan sonra, bisturi ile kesilen yerin dikilmesi , zorlamadan ötürü meydana gelecek yırtılmaların tedavisinden çok daha kolaydır ve ilerisi için hiç bir sakıncası yoktur.
Doğum sırasında, bebeğin önce ensesi görünür, sonra kafası birden yukarı doğru kalkarak alın ve yüzü ortaya çıkarır. Bu arada, annenin yanında bulunan doktor ve ebe ona itmelerin şiddetini azaltarak çocuğun omuzlarının ve tüm vücudunun fazla zorluk çekmeden dışarı çıkmasına yardımcı olmasını bir kez daha hatırlatırlar.
Kısa bir süre sonra, anne çocuğunun erkek mi, kız mı, sarışın mı yoksa esmer mi olduğunu öğrenecek, sesini duyacaktır. Bu ses dünyamızın yeni küçük misafirinin ilk özgür hareketini yaptığını, soluk aldığını belirtir. Artık, göbek bağının yardımıyle annesinden oksijen almasına gerek kalmamıştır. Bu nedenle giderek canlılığını yitiren bu bağ önce düğümlenir sonra bebeğin karnının iki santimetre kadar önünden kesilir. Son olarak, bir,hemşire, çocuğun ağzındaki, burnundaki sümüksü maddeyi temizler. Herhangi bir yangılanmayı önlemek için gözlerini dezenfekte eder. Bebeği tartar ve yıkar. Etiketinin üzerine numarası ya da anne ile babanın önceden kararlaştırdıkları adı yazılarak beşiğine yatırılan bebek topluma katılmıştır artık.
Gebeliğin dokuzuncu ayında çocuk çok büyümüştür; artık dölyatağı boşluğunda rahat hareket edemez. Kıpırdanışları azalır, hareketleri eski canlılığını kaybeder. Kafası dölyatağı ağzına doğru sarkarak ,çıkışa hazır duruma gelir. Bu arada dölyatağının alt bölümü de dört beş santimetre kadar alçalmış ve böylece anne biraz rahatlayarak daha kolay soluk alabilme olanağını bulmuştur. Yine bu sıralarda progesteron hormonu üretimindeki yeni ayarlama dola-yısıyle annenin genel dengesi değişim geçirmektedir.
Kısacası, organizma herşeyi ile doğuma hazırlanmaktadır. Dölyatağı çocuk çıkarken karşı karşıya kalacağı kasılmalara hazırlanıyormuşçasına, ya da bu kasılmaların denemesini yapıyormuşcası-na sertleşir. Dölyatağı çevresinde oluşan bu sertlikler anneye acıdan çok genel bir rahatsızlık verir. Hatta bu durum yürüyüşler sırasında belirginleştiğinden kadını bir süre durmak zorunda bırakır. Bazen, anne, böbreklerinde ve karnında, âdet görme zamanındaki ağrılara benzeyen şiddetli kramplar duyar. Ancak bunlar geçicidir. Doğumdan yirmi dört saat önce, içinde kan damlacıkları bulunan bir akıntı gel-
meye başlar. Bu akıntı, dölyatağının çıkış deliğini örtmekte olan bir çeşit tıpanın ilk kasılma hareketlerinin etkisi ile yerinden oynayarak dışarıya atılması biçiminde yorumlanabilir. Bu anlatılanların doğumun başlangıcı olmayıp, sadece ön belirtileri olduğunu annenin çok iyi bilmesi ve gereksiz telâş ve şaşkınlığa kapıimaması gerekir. Kadının doğumdan önce ve doğum sırasında çok sakin ve rahat olması doğumun rahat geçmesi için gerçekten çok önemlidir.
[More]
Kısacası, organizma herşeyi ile doğuma hazırlanmaktadır. Dölyatağı çocuk çıkarken karşı karşıya kalacağı kasılmalara hazırlanıyormuşçasına, ya da bu kasılmaların denemesini yapıyormuşcası-na sertleşir. Dölyatağı çevresinde oluşan bu sertlikler anneye acıdan çok genel bir rahatsızlık verir. Hatta bu durum yürüyüşler sırasında belirginleştiğinden kadını bir süre durmak zorunda bırakır. Bazen, anne, böbreklerinde ve karnında, âdet görme zamanındaki ağrılara benzeyen şiddetli kramplar duyar. Ancak bunlar geçicidir. Doğumdan yirmi dört saat önce, içinde kan damlacıkları bulunan bir akıntı gel-
meye başlar. Bu akıntı, dölyatağının çıkış deliğini örtmekte olan bir çeşit tıpanın ilk kasılma hareketlerinin etkisi ile yerinden oynayarak dışarıya atılması biçiminde yorumlanabilir. Bu anlatılanların doğumun başlangıcı olmayıp, sadece ön belirtileri olduğunu annenin çok iyi bilmesi ve gereksiz telâş ve şaşkınlığa kapıimaması gerekir. Kadının doğumdan önce ve doğum sırasında çok sakin ve rahat olması doğumun rahat geçmesi için gerçekten çok önemlidir.
Yolculuklar
Bu konuda spor konusunda yaptığımız gözlemleri tekrarlayabiliriz. Uzun bir yolculuğa çıkmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda en hızlı ve en rahat araç uçaktır. Ancak, gebeliğinin sekizinci ayını doldurmuş yolcuları kabul etmeyen uçak şirketleri de vardır. Günümüzde tren ile otomobil arasında büyük bir fark kalmamıştır; önemli olan bir günde alınacak yol miktarının iyi ayarlanması-dır. Düzgün bir yolda günde 300 km.yol almanın sakıncası yoktur; ama eğer yol kötüyse, bu mesafeyi kısaltmak gereklidir. Gebe kadın tek başına yolculuğa çıkmışsa, yorulma nedenlerini azaltmağa çalışmalıdır, örneğin çanta ve valizlerini kendisi taşımamalı, bir başkasının taşımasını sağlamalıdır. Bu kurala uyulmayacak olursa, tehlikeli sakıncalar ortaya çıkabilir.
[More]
Bu konuda spor konusunda yaptığımız gözlemleri tekrarlayabiliriz. Uzun bir yolculuğa çıkmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda en hızlı ve en rahat araç uçaktır. Ancak, gebeliğinin sekizinci ayını doldurmuş yolcuları kabul etmeyen uçak şirketleri de vardır. Günümüzde tren ile otomobil arasında büyük bir fark kalmamıştır; önemli olan bir günde alınacak yol miktarının iyi ayarlanması-dır. Düzgün bir yolda günde 300 km.yol almanın sakıncası yoktur; ama eğer yol kötüyse, bu mesafeyi kısaltmak gereklidir. Gebe kadın tek başına yolculuğa çıkmışsa, yorulma nedenlerini azaltmağa çalışmalıdır, örneğin çanta ve valizlerini kendisi taşımamalı, bir başkasının taşımasını sağlamalıdır. Bu kurala uyulmayacak olursa, tehlikeli sakıncalar ortaya çıkabilir.
Çatlaklar
Deri altında bulunan esnek lifler, karnın genişlemesi nedeniyle yırtılabilir ve deri üzerinde önceleri kırmızımtrak renktey-ken sonraları sedefli bir görünüm alan çizgiler meydana çıkar ve bir daha da kaybolmaz. Bu çiziklerin oluşmasını önlemek için kas kuvvetlendirici bir ilâçla masaj yapılırsa kan dolaşımı hızlandırılır; daha sonra, deri henüz çok gerilmeden, eczanelerde satılan özel kremler karın üzerine yedirilerek sürülür. Bir tedbir olarak, çok ağır yük taşımaktan kaçınmak da doğru olur. Jimnastik hareketleri de hem cildi kuvvetlendirir hem karın kaslarını güçlendirir. Göğüslerde de aynı türde çatlaklar oluşabilir. Bunu önlemek için karın için hazırlanmış besleyici kremle göğüslere masaj yapmanın iyi sonuçlar verdiğini söyleyebiliriz.
[More]
Deri altında bulunan esnek lifler, karnın genişlemesi nedeniyle yırtılabilir ve deri üzerinde önceleri kırmızımtrak renktey-ken sonraları sedefli bir görünüm alan çizgiler meydana çıkar ve bir daha da kaybolmaz. Bu çiziklerin oluşmasını önlemek için kas kuvvetlendirici bir ilâçla masaj yapılırsa kan dolaşımı hızlandırılır; daha sonra, deri henüz çok gerilmeden, eczanelerde satılan özel kremler karın üzerine yedirilerek sürülür. Bir tedbir olarak, çok ağır yük taşımaktan kaçınmak da doğru olur. Jimnastik hareketleri de hem cildi kuvvetlendirir hem karın kaslarını güçlendirir. Göğüslerde de aynı türde çatlaklar oluşabilir. Bunu önlemek için karın için hazırlanmış besleyici kremle göğüslere masaj yapmanın iyi sonuçlar verdiğini söyleyebiliriz.
Spor Düzenli olarak spor yapan bir kadın hâlâ bu sporu yapmağa devam etmek istiyor ve doktoru da buna karşı çıkmıyor-sa, gebelik nedeniyle alışkanlıklarını değiştirmesinin gereği yoktur. Ancak doğal olarak, büyük güç sarfetmekten ve kendini yormaktan kaçınacaktır. Gebelikte yapılması öğütlenen sporlar açık havada yürüyüş ve yüzmedir. Bu spor lar, uyumlu ve eksiksiz hareketlerle iyi oksijen almayı sağladığı gibi, aynı zamanda doğum sırasında büyük güç sarf-edecek olan kasları doğuma hazırlar. Kayak kayma, ata binme, motosiklet kullanma gibi sürekli olarak vücudu sarsan veya düşme olasılığı olan sporların yapılmasına izin verilmez. Buna karşılık gebe bir kadının bisiklete binmesinde hiçbir sakınca yoktur.
[More]
Varisler İkinci gebeliklerde, özellikle solda olmak üzere, bacaklarda, baldırlarda bazen de dölyolunda varisler meydana çıkabilir. Bunun nedeni, gebelikte salgılanan bir hormonun dokulardaki kan miktarını arttırması ve damarlı dokuların esnekliğini azaltmasıdır. Aslında bu olay kalıtsal bir nitelik gösterir. Genellikle, ilk gebelik dışında, dölyolu ve bacaklarda oluşan varisler doğumdan sonra kaybolur, ama ikinci bir gebelikte daha da belirli bir biçimde tekrar meydana çıkarlar. Ani sıcaklık değişiklikleri, bir ısı kaynağı çevresinde uzun süre kalma, ayakta durma, jartiyer takma, aşırı yorgunluk, damarların yönüne dikkat etmeksizin yapılan masajlar varisleri oluşturan etkenlerdendir. Bu durumda ayakların altına yastık koyarak uyumak, bacakları sık sık yüksekçe bir yere dayayarak dinlendirmek, engebeli arazilerde gezintiler yapmak, rahat ayakkabı ve ortopedik terlikler giymek kan dolaşımını kolaylaştırır.
[More]